Arada Sosyalleşme Emareleri

Arada fark ettim de hakikaten bende sosyalleşme emareleri var. Yeni ev ofise taşındığımızdan beri 5-6 defa kendim için dışarı çıktım. Benim gibi ofis canlısı için çok bile fazla ama işte, lazım oluyor. İki defa annemle kardeşimi gördüm, bir kere seçimlere gittim; üzerine arada Kadıköy, bir durak ötedeki Metrocity ve sanırım bir defa da Taksim ziyaretim oldu.

Bu arada hiç oyun oynamıyorum; WoW hesabım uzunca bir süreden beri kapalı. Makinede kurulu oyunların bağlantılarına tıklamayalı bir ay oluyor. Hah pardon BioShock oyununun demosunu indirmek için Steam'ı açmış, oyun içinde bir fikrim olması için 2-3 dakika gezinmiştim. Yok sıkıldım yani arada gelen kinayeli "Yoksa oyun mu oynadın?" sorularından

Arada sosyalleşiyorum, insan gibi yaşıyorum sanırım. Olsun, her ne kadar zamanı çok iyi kullanamasam ve işler elime yapışsa da daha fazla çalışabilmek için her yol mübah.

Özel hayat mı? Bende hiç olmadı. Sürekli çalışan insan izlenimi uyandırmak istemem (çünkü öyle değilim) ama yaptığım işten başka bir hayatım hiç olmadı. Sanırım olmayacak da. Çünkü yattığınız yerle ofisinizin arası 5 metreye inince sanırım bu daha da hayal oluyor. Ya uyuyorsunuz ya da iştesiniz. Yoldayken kestirip biraz daha uyuyabileceğiniz bir servisiniz bile yok. Bazen yarım saat bile sıradaki güne güzel bir katkı olabiliyorken, siz yataktan kalkıp yüzünüzü yıkadıktan sonra işin başına oturuyorsunuz.

Bazen nerede hata yapıyorum diyorum. Başkalarına sorsanız yerimde olmak için can atanlar da varmış, öyle diyorlar. Aman diyeyim, herşey göründüğü kadar güzel olmayabilir.

Diğer cephelerde ne var ne yok derseniz, hiçbir gelişme yok. Hayatımın geri kalanı her zaman olduğu gibi derin dondurucuda. Şebnem Ferah demiş ya, "ben de sevdim of, sevmedi bilenim"; onun gibi birşey yani.

Fotoğraflarla süslemek istediğim şehirle ilgili çalışmama ise başlangıç ve bitişi hariç bir sayfa daha yazdım. Yine bilinmez bir kişiye anlaşılmaz sözcüklerden ibaret oldu.

Uzun lafın kısası: İş her zaman gerilim kaynağı; başkalarının yerinde olma dileğinizi belirtirken içten olmadığınızı herkes biliyor. O sebeple yerinde değil yanında olun; en azından duruşunuz bir işe yarasın.

Seni Sevmeyen Ölsün

Memleketimiz en dürüst siyasetçilerinden birisini dün uğurladı. Ahmet Necdet Sezer'i hükumetlere noterlik yapmadığı için, hukuku ve hukuka uygunluğu üstün tuttuğu için, kararlı çizgisini koruduğu için, ilkeli hareket ettiği için, işadamlarıyla gereğindne fazla ilişki kurmadığı için, devlet kaynaklarını israf etmediği için, özel harcamalarını devlete ödetmediği için, devletten gelen gücünü çevresindekilerin mali kalkınması için harcamadığı için, oğlunun trafikte işlediği cinayeti örtbas etmediği için... çok özleyeceğiz. Onu çok garipsedik, başbakanın bile yargıda bekleyen dosyaları varken gerçekten temiz ve dürüst birisinin reisicumhur olması garip geldi. Gerçi onu hep cumhura kötü gösterdiler. Cumhur saf olduğundan olsa gerek, hemen inandı.

Neyse şimdi meclis noterini seçti; huzur bulucu lazım, huzur verici lazım.

Gözünaydın gaflet-i cumhur.

Gerçekler Zamanla Anlaşılır

Tayyip'in yakışıklı fotoğraflarını yayınlayan, din odaklı olmasa da gayet tutucu bir yayın organı olan Zaman gazetesinde bir "yorum" sayfası vardır. Oraya ara sıra bilim insanları veya başka kişiler, Zaman gazetesinin yayın olarak beğenmediği kişi, kurum veya kuruluşlara laf atıcı yazılar yazarlar. Yani çok da bi feyz alınacak niteliği yokken yazarları, son günlerde gördüğüm üzere, genellikle akademik unvanlara sahip kişilerdir.

17 Austos 2007 tarihli sayısının yirmi dördüncü sayfasında bulunan "Yorum" başlıklı yazıdaki yazar ise ilgi çekici. Bir akademik açıdan doktor unvanına sahip dostumuz, çalıştığı (yerin ismi yanlış yazılmış ama ben düzelteyim) Holy Cross University'den bildiriyor. Birleşik Devletler'de tarikatler, herhangi bir sivil toplup kuruluğu gibi çalışabiliyorlar hatta bu tarikatlere bağlı okullar da olabiliyor. Holy Cross da bu tür bir okul. Jesuit, Türkçe'de Cizvit deniliyor sanırım, inanca sıkıca bağlı olduğunu belirten okulda akademisyen olarak çalışan bu dostumuz, konu halkın teknik olarak 2/5'inin nefret ettiği cehape'ye veryansın ederken, içeriğin Zaman gazetesinde yayınlanması sorun olmamış olsa gerek.

Her ne kadar insanları ekmek paralarını yollara göre (fuhuşla da uğraşsalar, dilenci de olsalar, vekillik de yapsalar; nur içinde yat Neyzen!) asla yargılamasam da bunu çok iyi yapan bir kitleyi odak seçmiş bir gazetede böylesine garip bir durumun olması... garip işte.

Sayın Zaman, senin de gazetecilik konusunda atman gereken çok adım var. En ılımlısı olman iyi; ama hakikaten bugünkü sayınızda Abdullah Gül kustum. Ayrıca Fetullah Gülen ve benzerlerine hizmet ederek nasıl bir vicdan borcu ödüyorsunuz bilmiyorum ama Kürsü adlı bölümünüze bir kürsüye daha fazla yakışanları çıkarmanızı öneririm. Küresel ısınma ve iklim değişimini tövbeyle duayla çözebiliyorsanız aslansınız kaplansınız. Çevreniz çapınızdan geniş diye diye Çapsız Abidin'e dönmemenizi dilerim. Ulan tekrar baktım Fetullah Gülen Hocaefendinin sohbet ve yazıları esas alınıyormuş. Evet, kürsüyü daha fazla hak edenler varken... Neyse.

Ekleme: Merak ettim. Dergilerde arka kapak ve ön-arka kapak içi reklamlar daha pahalıdır. zaman gazetesi de Fetullah Gülen Hocaefendi Hazretleri'nin Kürsü'sünün arkasındaki reklamlar daha pahalı mıdır? O ki sözleriyle insanları cism-i münevver eyleyen nur jeneratörüdür, onun sözleriyle aydınlanmış bir sayfanın arkası daha parlak görünecektir, sadakallahülazim. Bence reklamcıları bir düşünsün derim. Yahu aklıma geldi, nûr kaç amperdir? Gani Abi cevap alamamış da, tekrar sormak istedim.

Bana Haram Yedirdiniz!


Birileri başka birilerine gel beraber 21. yüzyıla adım atalım desin.

Budur.


Alkol haricinde haram yiyenler hiç gocunmadan sizinle yan yana oturuyorlar sayın bakan. Siz de bir bakın isterseniz; hatta bakmayın görün. Şekilciliğin gözü kör olsun. Bu şekilciliğe kanıp sizi sevenlere de artık ne olursa olsun.

Büyük İslâm âlimlerine kadar sizi yormamak için (ki yorulmayın zaten) bir tüyo vereyim: Kul hakkı yemek, affedilmeyecek tek günahtır; risotto yenmiş çok mu! Sürülmeler, haksız atamalar, haksız kazanç sağlayabilecek hareketler, seçimden önce bir haftalık görev için alınan üç aylık vekil maaşları... Haram mı dediniz? Afiyet olsun canlarım benim. Cayır cayır, inşallah!

Sen mi Yazdın?


Gün geçmiyor ki bir başka kendini bilmez SDN'ye yorum yazmasın. SDN'de yayınlanan her yorumu teker teker okuyup onaylayan kişi olarak artık saçmalık seviyesinde olanları veya küfür içerenleri silmek zorunda kaldığımı belirtmeliyim.

Bu gün bir yorum, belli ki çekiş gücü yetersiz bir rakipten geliyor zira gayet düzgün ve yazım kurallarına uygun şekilde yazılmış bir yorumdu, bir şirketten gelen bültenin derlemesine ismimi yazmamı eleştiriyordu. Gerçi eleştirmek de değil ya yermek diyelim. Bu çekiş gücü düşük bir rakibimiz olduğunu tahmin ettiğimiz kişi belli ki konunun basına yakın zamanda aktarılmış bir haber olduğundan da haberdardı.

Bu ilginç bir soru. Sen mi yazdın? Evet; genellikle firmalardan gelen bültenler şişirme övgülerle bezenmiş sözcükler ve nasıl sunulacağı şaşırılmış teknik bilgiler barındırır. Eğer birisi oturup bütün metni kendisi, sıfırdan ve çok daha doğru şekilde bilgilendirici biçimde yazıyorsa o yazıyı o yazmıştır. Kendim için söylemiyorum. Alelacele gelen bülteni sayfaya çakıp geçen yayıncıları da görmüş birisi olarak bu konuda, kimse kusura bakmasın, "sen mi yazdın lan zırtapoz" laflarına pabuç bırakacak değilim.

Geçenlerde adını burada vermeyeceğim bir firmadan bir haber metni geldi. Evirdik çevirdik metni adma edip yayınladık. Ardından bir okurumuz forumlarda haberi yayınlamış; ki kendisi anasayfayı çok yakından takip eder, maalesef bizim yayınladığımız haber olduğunu anlamamış bile. Düşünün işte,
gelenin bir basın bülteni olmasına rağmen bizler nasıl uğraşıyoruz. Tabii kendileri bülteni sayfaya çakmaya alışmışsa, yapabilecek birşey yok.

Güzel günler dilerim.