Şarkılar Bile Yavaşlar


Bazen şarkılar bile yavaşlar, adım adım gelir seslerin hepsi. Her adımda gerek ve yeter doza düşer beher notanın süresi. Yavaş çekimde ilerler eserdeki her söz, ağır aksak. Ne hikmetse yine bozulmadan gelir şarkının sesi.

Sonra da geçer gider işte. Bir anlık duraksamayı atlatır, hayata devm edersiniz. Daha gerçek şeylerin gerginliği içinde bulunduğunuz yavaş çekim anından, sindire sindire geçen o andan alır, uzağa götürür sizi.

Şarkıların İzinde: Nihavend Longa

Her yerde duyduğunuz bir melodi olarak beynimize kazınmış bir eserdir, Nihavend Longa. Aslında oradaki nihavend, eserin makamı, longa ise eserin biçimidir; ama Nihavend Longa dediğimizde akla tek eser gelir. Örneğin aynı şekilde bir de Sultaniyegâh Sirto vardır; kendisi sultaniyegâh makamında bir sirtodur; ama yine genellikle tek bir Sultaniyegâh Sirto akla gelir; hızlı ve yavaş biçimlerde birçok sazendenin yorumladığı bir eserdir.

Nihavend Longa, bir bayanın elinden çıkmış eserdir. Kemanî Kevser Hanım tarafından bestelenen eser Nim Sofyan usûlündedir. Buradaki yorumu, Göksel Baktagir ve saz arkadaşları (aslında hepsi ayrı birer virtüözdür) tarafından icra edilmiş. Girizgâh kısmı bildiğim kadarıyla Göksel Baktagir'e ait.

Dinleyin, izleyin; kendinizden geçin.




Güzel Bir Gün ve Bonsai


Kendimle olan savaşı kaybetmek üzereyken aslında savaşın içinde olmadığımı anladığım an, önemli bir dönüm noktasıydı... Bugündü, bugünde kalacak bir noktanın ardındaki zaman çizgileriyle anlatılabilecek ve ileride bir noktada bugünün gölgesiyle kesişecek bir ışık olmasını umduğum yolun başlangıcı. Belki de sadece yaşamış olmak için yaşanmış, birkaç çekingen duygunun dışa vurulup da yanardağın eteklerindeki basıncı azaltmasıydı olanlar. Kim bilir, belki de gerilimi iyice artırmaktan başka bir şey değildir aklımdan geçenler.

Kimse bilmiyor ya, yaşanıp görülecek hepsi; adım adım, tane tane. Çok niyetsiz ve gönülsüz, seçesi olmadan seçmek, izlemek istemeden peşine düşmek gibi garip arayışları yanlış yollarda sonlandırma korkusu hep benimle olsa da, yaşanacağı engellemek imkânsız gibi.

Geri dönüşlere en elverişli yolları bile geri yürümek bir kayıpken ilerlemek, gerektiğinde de durmadan devam etmesini bilmek belki de yeni moda bir erdemdir. Erdemler mi bizi değerli yapar yoksa boyun eğilen arzular mı, sorusunun cevabı gibi, her noktada farklı yanıtlar aldığımız meselelerin en nihayetinde gelip dayandığı yer, yine kendimiziz. Bizi biz yapan, bizi bir başkası yapan; hatta yeri geldiğinde bizi başka birine kandıran biz...

Bunları şimdilik boş verdim. Elimde karpal tünelin sızısı ve yüzümde medeniyeti çeyrek gece bir ifadeyle uyuyacağım. Ne olursa olsun, güzel bir günün tanımını yap deseler, herhalde yine böyle bir günü anlatırdım. Ne mi oldu? Olanın önemi yok; olabileceklerin ihtimalleri var. Ayrıca kalksam gitsem o uzaklara, elimde solacak bir demet çiçekle değil, bir tane bonsai ile giderdim. Her şeyin özeti, tek bir saksıda minyatür bir hayatın kendisi. Bir insana daha güzel ne sunulabilir ki?


盆栽

İnsan Hayatını Ne Zaman Gözden Geçirir?


Öncelikle bir hatırlatma: Bu komik bir yazı. Başlığa bakıp gerilmeyin. Tamam, hafif de trajik diyelim; ama eğlenceli olacak söz. Burada sayacaklarım hakikaten artık yirmi beş yaşına gelmiş bendenizin aklından geçtikçe hayatı sorguladığı noktalardır. Bu arada, "bende" sözcüğü, köle demektir. O zaman, Berkin hayatta yaptığı şeyleri ne zaman sorgular, neden ulan, neden diye başını taşlara vurur?

- Okul hayatınızda kimsenin bakmadığı veya bakmayacağı (hadi acil durumlar hariç) bir hatun kişinin sevgiliye sevgili demiyorsa...

- Lise vaktinde popülerliğiyle insanları etkileyen ve konuşkanlığıyla her türlü temaşada gördüğünüz, üstüne üstlük siz ortamlara açıldığınızda her fırsatta (istemese de) önünüze çıkan; bütün bunlardan sonra da herkesin gelecekte şovmen olur, diye baktığı arkadaşınızın gazı liseden sonra biter de kendi çapında takılmaya başlarsa ve sadece lisede sizin önünüzü kesmekle kaldıysa...

- Bilmem kaç yılınızı eğitime öğretime ayırdıktan sonra ekmeğinizi alaylı olarak kazanma durumuna geldiğinizde öğrendiğiniz ilk şey size para kazandıran firmaların başında genellikle sizden daha eski alaylılar olduğunu öğrenirseniz...

- Güzelliğin ne önemi var, önemli olan iç güzelliği diyen herkesin birkaç sene sonra dışı kusursuz görünen eşlerine iç güzelliği konusunda telkinlerde bulunmaya başladığını görürseniz...

- Bariz şekilde kusurları bulunan arkadaşlarının gönlünü almak için anlamsızca biz seni böyle seviyoruz diyen herkesin aslında zevklerinin çook farklı olduğunu her zaman en acı şekilde görüyorsanız...

- Dürüstlük nutukları atıp ilk fırsatta affedersiniz canlı yayında milletin kanını emen insanları görüp, başıma bela almayayım diye susuyorsanız...

- Doğru zamanda doğru yerde bulunan insanların şanslarına gıpta ederken anlamsız şekilde, sonsuz ihtimalli bir alternatif hayatlar düşüncesine dalıp her bir dönüm noktasını paradokssal ihtimalleri de hsaba katıp değerlendirirken saatlerinizi harcayabiliyorsanız...

- Yirmi beş yaşına gelip hayatta yaşanabilecek birçok şeyi henüz yaşamadığınızı fark edip "ulan erteledikçe daha da değerlenmiyormuş" fikrine anca vardıysanız...

- Bütün bu yazılanları düşünüp taşınıp bir gecede bir araya topladığınızı fark ettiyseniz ve ulan ne rezil bir hayatım varmış diye düşündüyseniz...

... bana mıydı ulan dünyanın garezi!?!.. demez misiniz? İşte, ben arada diyorum.

Sağlıksızlıktan Gelen Değişimin Sinyalleri

Yok artık, vücut bir yere kadar dayanıyormuş. Bu kadar yorgunluk üzerine gereksiz miktardaki ağırlık ve yük artık beni takatsiz bırakmaya başladı. Kalbimden garip sesler mi geliyor ne (kalbim gurulduyor diyeceğim neredeyse). Artık damarlar mı tıkandı, başka sorunlar mı var bilmiyorum ama değişim bir yerden başlamalı. Günde 16 saat bir şekilde iş başında geçirmek çok faydalı bir durum değil. Böyle giderse genç yaşta aranızdan yolcuyum (ulan şimdi birşey olsa hissetti de yazdı, ermiş bu falan derler arkamdan. Demeyin, basit bir perşembe çarşamba ilişkisi çünkü kendisi).

Dolayısıyla hayat tarzımın tamamen değişmesi gerekiyor. Bilgisayar başında daha az vakit, yürümeye gezmeye daha fazla vakit, gibi değişikliklere gitmem lazım. Artık ne olur ne olmaz bilmiyorum; ama işim buna engel olursa, onu da bir kenara bırakabilirim. Hiç önemi yok.

25 yaşında (ki daha var 25 olmama) baypas olmak çok iç açıcı bir fikir değil. Kaldı ki şu sıralarda sosyal güvenlikten yoksun olmam da işin ayrıca kötü bir tarafı. Bu durumda Polonya'ya nasıl vize aldın diye sormayın, ben de bilmiyorum.

Neyse umarım birkaç yıl daha hayatta kalırım; yapmadığım çok şey var ama yapasım var mı tartışılır. Neyse ipsiz bungeeden daha güzel şeyler düşünebiliriz.

Görüşmek üzere, muhteşem günler.

Asus'tan Sürücü İndirmek

Bir kere her yiğidin harcı değil. Çünkü açması zor. Kanser etti az önce. Yok abi Çinli'nin küreselleşmesini bekleme. Yerel siteleri bile Tayvan'da barındırıyorsan sen, reklamını Tayvan'daki sunucudan çektiriyorsan, yazık günah, kıyma bizlere.

Asus Türkiye ise bu duruma "Tayvan'ın İsteği" diyerek çaresizliğini anlatıyor. Artık buralara yazmamızın bir etkisi olur mu bilemiyorum ama ya kanserden ya veremden, öldürecek bizi.

Gerçi kalp ritmimde de hafif samba etkisi var ama durun bakalım ne zaman tekleyecek. Tayvan'da sunucu barındıran kürsel şirketlere selâm olsun diyor, bu gecenin sonunu şeediyoruz.


Şarkıların İzinde: Age of False Innocence

Blind Guardian bilmeyeniniz varsa boşuna okumayın, başka şeylere geçin, diyebilirim. Blind Guardian'ın Hansi'nin artık opera sanatçısı tarzında seslendirdiği ve genel melodilerin artık power metal ile opera arasında kaydığı A Night at The Opera albümünde belki de en sevdiğim eserdir. Bu şarkı, paçayı yok abi güneş bizim uydumuz, diyerek paçayı kurtardıktan sonra "Eppur si muove" şeklinde engizisyona laf soktuğu iddia edilen Galileo'nun hikayesini anlatan bir eser. Dinlerken kan basıncı artmayacak insan olmasa gerek.

Şarkıda iki dikkati çeken iki şey var (Andre ve Marcus darılmasın ama) Hansi'nin öeh dedirten vokali ve Thomen'in davulları.

Üzüldüğüm ne biliyor musunuz? Thomas (Thomen) Stauch bu albümden birkaç zaman sonra Blind Guardian'dan ayrıldı. Hansi ve Thomen'i bir daha yan yana duyamayacak olmak üzücü birşey.

Sözleri:

Cut off the light
Take a look
There's nothing beyond but pain
Suffer in the deepest void
The flame of hope isgone
What have I done?
Denied the father and the sun
For a moment it seemed
There's space beyond the spheres

Aflame the night
So clear and bright
Unstable light
You've been sacrificed in fear
Now there's one thing for sure
I'm not afraid anymore

Day after day we've been fixed in the bowl
For so long
For ages we're captured in shells
And crystallized walls
Predestined or punished?
By man or god?

I cannot, I will not
Deny it's false innocence
I cannot, I will not
The age of false innocence
Take it away from me

For a while
Astronomy has moved the earth
And we've turned around the sun
Sanctum officium
Has made me believe
Has made me believe
Has made me believe

"We know for sure you're lying
Would you like to mess with holy science
You know the fear of dying
Would it be worth it to hear you crying"
I've slaughtered truth
And I've shattered my heart

Far too long I have played with hellfire
And science has turned into madness
But I should have taken it higher
So I feel so I feel
Like Judas must have felt before
That Wednesday night near by the tree

Day after day we will gratefully suffer for more
Predestined's our part
So we Bleed in the name of god

Don't believe in their eternity
We're still held in blindness
And I've been turned into a liar
If there is no heaven
There won't be release

I cannot, I will not
Deny it's false innocence
I cannot, I will not
The age of false innocence
I cannot, I will not
Deny it's false innocence
I cannot, I will not
The age of false innocence
Take it away from me

Paradigma Sıçramalarından Yorulmak

Her bir sıçrama daha iyiye gitmek için var şüphesiz; ama sürekli geriye yöneldiğini fark edince insan, içi bir garip oluyor. Gelen hep gideni aratır mı, sorusunu üst üste kaç defa sorabilirsiniz? Veya ben nerede hangi hatalar zindirlerini yaptım da bu durumdayım diye ne kadar sorarsınız?

Neyse, uykuluyum daha paradigma sıçramalarını yaşamadan; yoruldum düşünmekten çalışmak yerine. Elveda zalim dünya, en azından bu akşamın şerefine.

Cevap Vermek Bazen Zordur

Cevap vermek bazen zordur. İnsan olarak beğendiğiniz, takdir ettiğiniz; sizi anlayabilen kişilerle konuşurken bazen konu daha da zorlaşır. Düşünsenize bir bayanla konuşurken, konu hasbelhader evlilik yapan arkadaşlarınızdan açılınca size en saf haliyle "Belki ben de evlenirim. Ben evlenirsem üzülür müsün?" diye sorsa bu kişi, ne dersiniz?

Belki de birşey diyemezsiniz. Bir anlık dalgınlık insana nelere mal olabilir, kim bilir. Siz aklınızdan birşey geçirmeseniz bile geçen zamanın ne getireceğini de bilemezsiniz. Gerçi birçok kişi benim bu konulara bakışımı gayet iyi biliyordur. Ne ben arayıştayım ne de arayanlar bana bakar; beraberce geçinip giderler.


Bazen diyorum ki, imkânım olsa da akademik anlamda psikolojiyle ilgilenebilsem bu yaştan sonra. İnsanları daha iyi anlayabilsem; ne sevsem ne nefret etsem.

Fazla Kasmayın, Susun. :)


Tanıdığınız birisi, tanıdığınız bir başka birisi hakkında kendi tanıdığı kişilere dayanarak bir yorum yapıyorsa, yorum yapan kişiyle aranızdaki bağın derecesi ne olursa olsun asla hakkında yorum yapılan kişi hakkında ters yönde bir yorum yaparak yorumu yapan kişiyle aranızdaki yorum farkını belli etmeyin. Konu birden çok ters yerlere çekilir; anında bitersiniz.


Ben yaptım, siz yapmayın.

Unutmayın, herkes sizin kadar farklı sözler duymaya alışık değilse durduk yere garip suçlamalarla karşılaşırsınız. Bırakın tanıdığınız kişiler tanıdığınız diğer kişileri diğer tanıdıklarının tanımlamalarıyla tanımaya devam etsinler. Çok farklı birşey söylemeseniz de, az buçuk daha mantıklı bir noktaya çekmeye çalışsanız da, olaya daha rasyonel yaklaşmak isteseniz de, ağzınızdan çıkan ilk sözcüğe göre damga yiyeceğinizi unutmayın. Zaten o andan sonra diğer demeye çalıştıklarınız da anlamını yitirir.

Dediğim gibi, ben yaptım siz yapmayın.

Bir de satanizm kötü diyorlar. Adamlar olayı çözmüş: Sorulmadıkça söyleme!