On Paladin'le Karazhan!

Evet bana da garip geldi ama yapmışlar. Tabii ki Koreliler!

Buradan bakınız!


Her Türk asker doğar...
Her Koreli gosu doğar...


(oops Korelilerin linkini kaybettim, bu Almanlarınmış. Neyse, BE paladin görelim biraz.)

Sansur That Please!

İngilizce'ye olan yatkınlığımız şahanedir. Bir de buna bakın. kendisi Youtube'daki bir video ve bir üstbaşlıkla Facebook.com'da geziniyor.


Yaa yaa, işte böyle. Sarsıldığınızın farkındayım.

Nasrettin Hoca Hakkında Kısa Bir Söz

Nereden duyduğumu hatırlamıyorum; ama Nasrettin Hoca hakkında çok güzel bir sözdür:

Ölümünden sonra yaşamış çok insan vardır; ama doğumundan önce de yaşamış sadece Nasrettin Hoca vardır.

Reklam Amaçlı Bir Yazı :)


Hayır para almıyorum bunun için; ama öldürücü bir bileşimden bahsetmek istiyorum. Müzik dinlemeyi seviyorsanız geçen gün Nirvana'ya nasıl ulaştığımı söyleyeyim, belki işinize yarar.

AKG Hakkında

Harman Industries'in bir parçası olan AKG, Avusturyalı bir ses sistemi üreticisi. AKG'nin Türkiye mümessili olan SF RKD'den Derya Hanım'la uzunca süredir basın bültenleri ve ürünlerle ilgili görüşüyoruz. Özellikle kişisel çoklu ortam ürünleri hem çalıştığım yayın olan ShiftDelete.Net'in okurlarının ilgisini çekiyor hem de benim yazmaktan ve kullanmaktan zevk aldığım ürünler.

Yeni Modellerle Nirvana Yolu

Geçtiğimiz gün nihayet yeni AKG ürünlerininin memlekete geldiği bildirilmiş, tanıtım amacıyla SF RKD'den iki tane kulaklık gönderilmişti. Bunlardan K 414 P daha çok kişisel kullanım ve yanda taşımaya yönelik bir ürünken K 601 çok pahalı bir monitör kulaklık. K 601'in hakkını verebilmek için oldukça iyi bir ses çıkışına ihtiyacınız var. Baktım elde avuçta sağlam bir ses kartı kalmamış, hemen Creative ile temasa geçtim. Sağolsun, Mert beni kırmadı, bir sonraki uğrayışında çok temiz ses ürettiğini bildiğim Digital Music SX ürününü getirdi. Ürünün üzerinde 3,5 mm jak değil, kulaklığın doğal arabirimi olan çeyrek inçlik çıkıştan var. Kendisi USB'den sisteme bağlanan harici bir ses işlemcisi olduğu için "kasa içindeki X-Fi" durumuna düşmüyor.

Kasa içindeki X-Fi Ne Ola ki?

Burada hemen kasa içindeki X-Fi olayını anlatayım: Creative'in X-Fi'ışu an için son kullanıcıya yönelik olarak üretilen ve stüdyo kalitesinde ses işleme ve daha fazlasını sunan bir ses işlemcisi. Genellikle çok sağlam etiketlerle raflarda bulunan birçok X-Fi çeşidini mağazalarda bulabilirsiniz. Diğer taraftan en iyi X-Fi işlemcili ses kartını bile elektromanyetik yalıtımdan (teknik olarak olan ama uygulamada...) yoksun olan bilgisayar kasalarına taktığınızda deli gibi parazitle karşılaşıyorsunuz. Dolayısıyla, kulağınız fazla keskinse, harici ses işlemcileri çok daha iyi. Terratec, Creative, Philips, Yamaha ve benzeri birçok marka bu tür ürünleri sunuyor. Tabii Creative ürünleri daha bulunabilir. Harici bir X-Fi arıyorsanız, X-mod'u önerebilirim.

Birlikten Zevk Doğar!

Ben bu müthiş ikiliyi bir araya getirdim ve... Daha fazla anlatamıyorum. Müthişti.

Iron Maiden Piano Tribute!


Piyano gibi gelişmiş bir çalgının bayık şeyler çalınmakta kullanılmasını kınıyorum. Bunu yapan ne güzel yapmış ama! Iron Maiden Piano Tribute! Nasıl olur demeyin; bir yerden bulun dinleyin. Zira ben ne desem boş. Can I Play With Madness eseriyle dinlemeye başlayın da imana gelin hatta.

- Can I play with madness?
- Of course, why not? Please do.


Muhteşem dinlemeler dilerim.

İnzivaya Giden Yol


Kozmosun küçük bir kısmı olduğumuzu; dünyevî işlerin gereksiz şekilde hayatımızın önemli bir kısmını kapladığını; bunu yapmayanların da öteki tarafla ilgili kafayı bozup buradan kendisini yapay şekilde uzaklaştırmayı tercih ettiğini biliyoruz. İnsanın kendi bilinç yapısıyla anlayamayacağı şeyleri kendi aciz kavrama yeteneğine sunulacak şekilde süzülmüş, bu kadar göstere göstere indirgenmiş şekline olan hayranlığını bir kenara bırakıp biraz daha dünyevî şeylere bakmak gerektiğini düşünüyorum. Zira diğer tarafın uzmanlığını burada yapamazsınız; sadece fikrinizi veya size anlatılanı söylersiniz. Sizin elde edebildiğiniz bir bilgi yoktur; sadece kafanızda kurduklarınız vardır. Dolayısıyla, bu tür bilgiye dayandırılan her türlü ilim en fazla komik olabilir. Bir de bu teoriler için aklını satıp aptal bir oluşumun tebaası olmak için can atan kişiliğinin bir kısmı eksikleri gördükçe diyecek söz bulamıyorum. Kesinlikle kişisel gelişimin önündeki en büyük engellerden olsa gerek.

En Önemli Sorun...

Özellikle ecnebi dizilerden gördüğümüz ortamlar ilginçtir örneğin. Kızlı erkekli gruplar vardır ve bunlar (sonuçta dizi olmasının farkı olarak) eğlenirler, gülerler; ortam da sosyal bir ortamdır. Önemli olan ama gösterilen şeyin olağan şartlar altında olabilecek olan bir ortam olması. Arkadaş grupları ya sürekli başkalarıyla takılan saplardan veya çiftlerden oluşur. Genellikle de bu çiftler heteroseksüeldir.

Kendi arkadaş gruplarıma bakıyorum da; hiç böyle bir grup olmadı. Hayatı (karşıdaki oyuncuya olsun, bir sunucu dolusu eli silahlı adama karşı olsun, oyun dünyasındaki yaratıklara olsun) meydan okumayla geçen insanlardan oluşmuş kişilerle takılmam bir yana; en iyi ihtimalle sosyal meseleler hakkında fikir paylaşımı yapabileceğim birilerinin olduğu arkadaş gruplarım olmuştur. Yani genellikle fikri anlamda yararı olan kişiler... Tabii fikrî birikimi başkalarından duydukları haricinde birşey olmayan kişi ve gruplardan (özellikle memlekette çokça bulunan dinkoliklerden) uzak dururum; zira bu kişilerle kapıdan pazarlama elemanları arasında pek fark yoktur.

Dedim ya çevremdekiler genellikle fikrî anlamda işe yarar; fakat kızlar/bayanlar/kadınlar konusunda durum biraz daha farklı. Her ne kadar bayanları bu konuda ayırmasam da, karşı cins olmalarından dolayı bazı konularda sorun çıkması kaçınılmaz. Hayır bu sorunlar teknik değil; tamamen duygusal şeyler.

Evet, Pragmatistim!

Çevredeki insanın bir işe yaraması önemlidir. Ya da sen onun işine yarıyorsundur da senin yanındadır. Bu değişim, ilişkilerin sürekliliğini sağlar ve gerektiği yerde, iki taraftan birinin veya ikisinin de işine gelecek şekilde, fedakârlık yapılmasını gerektirir. Bu bir dengedir, düzendir.

Şüphesiz ki ömür kısa ve zaman en büyük dost ve aynı zamanda en büyük düşman. Zamanı işlere ve insanlara gerektiği ölçüde ayırmak ve bölmek lazım. Karşı cinsle olan ilişkiler, gördüğüm kadarıyla; maalesef (veya iyi ki, tartışılır) ben kendim birşey yaşamadığım için sadece gözlemlere dayalı bilgi verebiliyorum, çok fazla zaman yiyor. Bunun yanında nispeten anlamsız hareketler ve garip talepler (veya taleplere verilen garip tepkiler) hakikaten bir anlaşılmazlığı ve kaosu beraberinde getiriyor. Siz bu garip olaylar silsilesi içinde kaybolurken ne şişi ne kebap mantığıyla önemli miktarda zamanı kaybettiğinizde bence geriye çok da önemli bir şey kalmıyor. Kadın-erkek ilişkilerini de dertsiz başa dert alma kurumu olarak görmemin sebebi bu olsa gerek.

Türkiye Gerçeği Yine Karşımızda

Bunun memleketle ne ilgisi var diyebilirsiniz; fakat çok ilgisi var. Sonuçta erkekler ve bayanlar arasındaki ilişkiler kültürlerden kültürlere değişim gösterirler. Ne de olsa kimse kimsenin kara kaşı kara gözü için peşine takılmıyor. Olaylar tamamen hormonsal. Diğer taraftan, küresel olarak gençliğin sloganı olan "sevişiyorum, öyleyse varım" durumu memleketimizde geçerli değil. Burada sadece testosteron seviyesini anlık olarak artırmak ve sonra dırdır çekmek şeklinde gerçekleşen kadın erkek ilişkileri yurt dışında östrojen ihtiyacını da karşılıyor diyorlar. Bizde gerek kültürel, gerek aile yapısı, gerek eğitimsizlik, her türlü zevki erteliyor ki eğer bu işi hormonların emrinde yapıyorsak tatminsizlik söz konusu ve boşa uğraşıyoruz.

Arabesk ve Evlilik

Bu sevişememezlik ve hormonsal tatminsizlik süreci de gençliğin kitleler hâlinde kaybedenler kulübüne üye yapıyor ve bir taraftan içirirken diğer taraftan "of ulan of!" dedirten bir süreci tetikliyor. Hayatta tem amacı evlenmek ve bir yuva sahibi olmak olan kişiler bunu keyfinden mi yapıyor, sorusuna ise kaba bir cevap olacak ama; evet hormonsal keyfinden yapıyor, diyebiliriz. Zira evlilik cüzdanının sevişme lisansı olarak kullanıldığı bir ülkede evlenme yaşının özellikle meslekî anlamda ilerleyen insanlar arasında da bu kadar düşmesini başka şekilde açıklamak zor. Çocuk da yaparım kariyer de, mantığı sadece reklamlarda geçerli bir şey; açıkçası şimdiye kadar gördüğüm en anlamsız reklamlar arasında üst sıralara oynar.

Şişkosun, Tipsizsin; Otur Orada

Diğer insanlar üzerinde fiziksel üstünlük kurmak veya hormonların emrine girmek en insanlık dışı şeyler arasında olsa gerek. Eğer biz erdemlilik amacıyla yola çıkmışsak ve erdem benliğin istediği her şeye evet demeyip kendimizi başkalarının haklarını gasp etmeyecek şekilde yönlendirmekse, bu emirlere itaat etmek kötü bir şeydir. Bu felsefi anlamda bir kötü tanımı değil, onu da söyleyeyim.

Zamanında bir arkadaşım vardı, bir kızın kendisi hakkında dediği "hem kısa hem tipsiz" lafını sürekli olarak kendisiyle ilgili şaka malzemesi ederdi. Kendine güvenin bir başka boyutu olan bu durum aslında birkaç sene sonra açılabilir "ortamlara" akılırken sorun bile olmayabilir. Zira, her şey değişir.

Bende de benzer bir durum var. Sonuçta çocukluktan beri gelen yuvarlanarak ilerleme durumu ergenlikti, gençlikti derken sizinle beraberse, az çok sizin gibilere pek fazla tamah edilmeyeceğini bilirsiniz. Hakikaten, özeleştiri anlamında söylüyorum, böylesine sağlıksız ve biçimsiz bir varlıkla (Jabba diyelim) beraber bir şeyler yaşamak, arada değişik homoseksüel fanteziler yoksa, oldukça güç olsa gerek. Talep ve arz meselesi olarak gördüğüm bu düzenlerde, eğer talep yoksa arzın ne işi var şeklinde yorumlamaya mahkum durumda olmak başka bir mesele. Çünkü elinizdeki malzeme olmayan bir talebi yaratmak için gerekli standartlarda değil. Eksiği yok fazlası var, gibi bir espri yapmak da yersiz.

Aynı zamanda karşı cinsin ilgisini fazla çekmediğinizden dolayı, özellikle memlekette yetiştirilme şekli sebebiyle fazla pasif olan bayan güruhu tarafından üzerinize odaklanmış bir ihtiras çemberi de oluşmaz. Bu da iyi mi kötü mü bilmiyorum; ama en azından şu bir gerçek ki, sizden iyi bahsediliyorsa bunun arkasından tek taraflı bir talep gelecektir. Örneğin ortalam bir tipseniz bu şekilde çok daha iyi kandırılırsınız. Benim gibi bir enkazsanız (gemi enkazı böyle, birkaç groston) en azından başınıza gelecekleri tahmin eder, önleminizi alırsınız. Oyunculuğum iyidir ama daha deneyen çıkmadı.

Bununla ilgili olarak, hormonsal tatmin ve çatışmalar durumunda, bir arkadaşımın tespiti konuyu önemli bir yere getiriyor. Teori, aslında aksiyom bile deriz, kızlara asılmadığım için beni arkadaş olarak görebildiklerine ve aynı sebepten dolayı erkeklerin beni rakip görmediğine; dolayısıyla herkesle iyi arkadaş olabildiğim üzerine kuruluydu. Yahu düşündüm taşındım; hakikaten de doğru şeylerden bahsediyordu. Bu sohbetin üzerinden 5 yıl geçtikten sonra, hormonsal denge açısından gittiği yer pek belli olmayan birisinin, yakın bir arkadaşım tarafından kıskanılması da bu teoriyi anımsattı. Benden neden kıskanmadığını hiç bilemiyorum; sormak da istemiyorum.

Bütün bu anlattıklarımın sonucunda, eğer bir şeyler yaşamaya yeltenseniz de bu bilinç düzeyi (tabii ki erdemli birisiyseniz) sizi hep durduracaktır. Aradaki çıkar ilişkileri ve insan davranışlarının amaç odaklı gidişi, benim gibileri ancak birkaç kişilik topluluklarda "bu da gelsin, eğlenceli" durumunda tutmaya devam edecek. Yok artık zaten çekiliyorum dünyadan.

Tibet Yolunda Bir Genç

Bütün bu bilgiler ışığında, kendisini dünyevî zevklerin en büyüğü olarak anılan şeylerden geri tutan, bayanların eline sadece kasiyerlerden para üstü alırken yanlışlıkla dokunan ve diğerlerinin tüm verimsizliklere rağmen neden bu ilişkilere devam ettiğini anlayamayan birisi olarak hayata devam ediyorum. İşi gücü bahane ederek, zorunlu haller dışında kendimi dünyadan soyutlamaya çalışan birisi olarak, bu yolun en sessiz sakin yol olduğunu düşünüyorum. Doğru veya yanlış; bilemiyorum ama gelin görün ki öteki yol zihinsel, zamansal olarak benim verebileceklerimden çok daha fazlasını istiyor ve zaten engel oluşturan gerçekliklerin de değişmesi kısa zamanda mümkün görünmüyor. Bu sebepten olsa gerek, Tibet'te bir tapınakta kendimi insanın bilincinin daha üst sınırlarına zorlamak istiyorum.

Bir söz vardır; beyne bir kere hava değince... derler. Bir kere bunları düşündüm; dolayısıyla asla her şey eskisi gibi olamayacak. Bunun verdiği acıyla yaşamak da herhalde daha yüksek bilinçlerin ne kadar daha fazla acı verebileceği konusunda güzel bir ipucu oluyor. Diğer taraftan, bilincin daha üst sınırlarına doğru yol almak, insanî olmasa da en azından verdiği tatminsizlik sebebiyle daha çekici; en azından benim gibi hasta ruhlu birisi için.

Budur.

İbret Alın! Alın Dedim!

Bu yorum nurcu tayfadan bir haber sitesinin Prof. Dr. Erdal İnönü'nün vefat haberi altına yazılmıştır.


Bu yazılandan ibret alamıyoranız, ben size daha ne diyeyim? İman edin ulan! Yalnız yorumu yazan hafiften şüpheli; riski görüp iman ediyor. Lâ havle!

"Hayır"lı Pazarlar Dilerim

Pazar günü ne yapacağınızı biliyorsunuz. Gidip, gün gelip ulusumuzun olmadık yerimize kaçabilecek kararların alınmasını sağlayacak bir referandumu reddedeceksiniz. Kabul edecek koyuncuklara iyi güdülmeler diliyorum. Böyle iktidarlar ancak sizin gibiler üzerine yükselebilir.


Tüm
HAYIRcılar için geliyor. Disturbed - Land of Confusion:


Kan ve Gözyaşı


Aslında konunun gözyaşıyla pek ilgisi yok velâkin kan görmek insana bazen kötü şeyler düşündürebiliyor. Özellikle de bu kendi kanıysa. Kan, renk olarak kırmızıdır ve insanı uyarır. Kötü şeyler çağrıştırır. Kırmızı, tehlikenin rengidir. Belki de sevginin... Gerçi sevgi de tehlikelidir, özellikle de tutkuya dönüşmüşse. Truva'nın kapılarından tutun da Roma'ya kadar, her yerde sonu insanların katline giden; bazen ise sadece o gece gelebilecek bir sonun başlangıcıdır bu. Neyse, dedim ya; kırmızı gerilimdir, rahatsızlıktır. Bir arkadaşıma yaptığım sevgi, tutku tanımında kullandığım gibi rahatsız olduğuna gönlünü kaptırır, ya da yan gözle bakar insan.




Kolumda bulunan bir yara var, nereden geldiğini kesinlikle bilmiyorum. Herhalde değişik bir şekilde kaplı koltukta yatarken, sürünmeden dolayı yaktım, ya da başka şekilde. Emin değilim. Sadece olduğunu hatırlıyorum. Yavaş yavaş geçiyor. Her geçen yara biri kabuk bağladı kendisi ve ben de her kabuk bağlayan yaram gibi kendisiyle uğraştım biraz. Eh, yara bu, kurcalarsan kanar. Önümdeki bir peçeteye çıkan kanı sildim. Yukarıdaki çıktı.

Hiç görmediğim bir yerde oluşan yara, hiç dikkat etmediğim bir başka yerdeki kanamayı gösteriyordu belki de. Kim bilir? Belki de...

* * *

Sonra toplantıdan çıkıp bir yerde yemek yedik. Çorba, pide, salata... Hepsi güzeldi. Ama bu yemekten sonraki rahatsızlık başka birşey oldu ardından. Seyahat edilen araca doğru yöneliş ve birkaç durak ötesi için ayakta bekleyişi güzelleştiren bir raslantı. Belki, daha garip birşey. Belki de... Aman neyse. Raslantı, olması arzulanan birşeyin oluşum ihtimalidir aslında. Bu hesap edilemez bir duygunun kabarışı, kanla yazılmış bir mesajın vuku bulması olarak değerlendirilebilir miydi, yoksa sadece hayatın bir diğer güzel anısı olarak hafızalarda yerini edinecek, sıradan bir ihtimal miydi? Ben o ihtimali bile severdim, eğer olduğunu bilseydim.

Uyku vakti, belki yıllar önce olduğu gibi rüyada da bir şeyler gelir uzaktan, derinden. İstenen bir ihtimalin olması buysa, neye rastlamak istediğim belli artık. Bir balıkçı gibi rüya denizine, haydi rastgele!

Elma ve Çilek

Ne kadar basit bir başlığın altında karmaşık bir iştir bu; hiç belli olmaz. İnsan psikolojisi en beğenmediği bağlılıkları yüzünden bile beyin sürçmesi yaşayabilir. Ben bugün bunu gördüm. Sadece bugün mü? Kendimde de gördüm çok önceleri de işte başkasında net şekilde görünce ancak fark edebiliyormuş insan.

Elmaları seversiniz diyelim. Elmaları iyi seçer, lezzetinden emin olduğunuz elmaları satan satıcından ürün alırsınız. Elmacı başka meyveler de satar; ama o meyveleri elması kadar kaliteli olmayabiliyor diyelim. Siz bu adama tutup da "yahu karşıdaki manavın çilekleri seninkilerden iyiymiş" derseniz; esas iddiası elma olan o satıcı birden bire çilek uzmanı kesilip karşıdaki çilekler hakkında atıp tutabilmektedir. Sonuçta o da manav ve manavlığın şanını ve sadık bir müşteriyi karşıya kaptırmak istememektedir. Sonuç: Çilek konusunda atıp tuttuğu için elmanın müşterisinden olabilecek bir manav...

Bunu da teorileştiren bir bilim insanı, bu teorinin de garip bir adı illa vardır; velâkin ben kısaca elma-çilek diyeceğim. Çözüm nedir? Elmadan veya çilekten bahsedecekseniz, bahsedin. Ama içini görmediğiniz veya bilemdiğiniz seledeki meyve hakkında yorum yapmayın. Bir de şu var: Sonuçta bu biçimde yapılan karşılıklı yorumların aynı derecede değersiz olduğunu unutmayın.


Hayata Not Düşmek Gerek

Uzun süredir yapmak isteyip de bir türlü beceremediğim birkaç şeyden birisi olan kısa filmler çekmek üzerine azim ve kararlılığımı depolamış bulunuyorum. Gerçi aynı şekilde (diğer şeylerden birisi) sadece başı ve sonu yazılmış, birkaç düzine fotoğrafı çekilmiş fotoğraflı kitap çalışmam da hâlen bekleyen şeyler arasında. Olsun, hepsi olacak; yavaş yavaş olacak. kaç senede ancak fotoğraf çekmeyi az çok öğrendim diyebiliyorum; onları da öğreneceğim. Onlar da olacak. Umarım... Belki... Bir gün... Kim bilir?

Bekleyelim, görelim.

Nasıl Anlatsam ki?

Bazı şeyleri anlatamazsınız. Yani denersiniz de hani, pek olmaz. Anlatılmaz, yaşanır gibi bir durum yani. Durum da bir nevi buğday aslında.

Bir isim benzerliğinin insana neler katabileceğini kimse tahmin edemez. Hatta isminiz benim gibi pek ender rastlanan bir isimse, bunu tahmin edemez değil etmez. Ama ben bunu yaşadım; ben bunu gördüm.

Yeni dünyada bir insanın değeri diğerlerine kattıklarıyla koşut gider. Katkı yaptığınız sürece varsınızdır; yoksa yok. Bu durumda varlığı idame ettirmektir esas meziyet.

Bazı konularda ortak paydayı çarpanla bölenle uğraşmadan bulabildiğim insanlar da oldu. En zahmetsiz sevinçleri yaşattığı için şükranlarımı sunacağım çok kişi olmasa da bu konuda, elbette birkaç taneyi geçebilmeleri çok güzel.

İsim benzerliği ve nevi şahsına münhasır olmak beraber ilerleyebiliyor her zaman. Her ikisine de müteşekkir oldum; ama belki de ilk defa isim benzerliğine müteşekkirim; bana kattıkları ve tanıştırdığı kişi için.

Birçok yerde hayatın satranç mı yoksa tavla mı olduğu üzerine söz takasları vardır. Ben hep tavlaya daha yakındır derim, şans etmenlerini hesaba katıp. Olur ya, düşeş gelince yerinden kıpırdamayan yok; gel gör ki yek atanın kapılarda kaderi yok. En iyi zar olmasa da şeş beş, belki bir pulu kurtarır umuduyla beklenir çok kez.

Bir oyun daha var elbette; durağan satranç tahtasına inatla boş başlayarak dolan, Japon diyarından gelen go. Ne kadar boşsa tahta o kadar rahatsın, ne kadar ferahsa çevren o kadar iyisin hayatta. Rahatlık demek hareket alanı demek çünkü serbestçe yapmak her şeyi veya belki de yapmamak.

Huzur bir tercihtir kimine göre ve bunu reddeder. Kimine göre ise nimettir, baş tacı eder. Kimine göre ise gidilecek yolun sonundaki bir duraktır. Bu benim yaşam tarzım; olduğu gibi kabul ediyorum. Huzur bulamadığımda bile bir miktar kendimden veriyorum. Yaşamak böyle bir şey.


Lai Lai Hei!

Finli kardeşlerimizin metal müzik aşkı bambaşkadır. Her türlü alt türünü mükemmel şekilde icra eden bir toplulukları illa ki vardır. En son topluluk ise Ensiferum.

Halay çekmemek kaydıyla kendilerinin Lai Lai Hei, eserini dinlemenizi rica ederim. Tekrarlıyorum, halay yok!

E o zaman, hep beraber; laaallaaaa leeeyyyllaaaaalalaaa laaalalaaaleelalaaaa lalaaallalaleelaa, lay lay hey!


Herkes Ölür... Ya da Yaşar... Aman Herneyse!

Bizm Tuna MSN'e "every man lives, not every man really dies" şeklinde, bir evirme söz yazmış. Görünce güldüm ve üzerini şu şekilde tamamladım:

"Every man lives, not every man really dies; so hold the goddam trigger down till the clip is empty!"

Türkçe sürümü şu şekilde:

" Her insan yaşar, ama her insan gerçekten ölmez; o yüzden lanet olası tetiği şarjör bitene kadar basılı tut!"

Gel de yarılma! Atalarımız boşuna dememiş; basılıda kerâmet vardır.

Hakkımda Bir Yorum


"draften sie dort bitte du schlechtens schweine tarzı bir harrass beklemiştim ama sen gayet kibar bir ingiliz bey-efendisi nizamıyla draft'ı call ettin yanee"


- Can Ayas, Turkiye Ulusal Turnuvası sonrasında

Ruhu Yeniden Başlatmak

En yeni derlenmiş sistem çekirdeğinin yüklenmesidir ruhu yeniden başlatmak. Anlamsız hareketlerin, aciz varlığı olası bir bellek hatasından kurtardığı kadar rastgele, su damlasının yarattığı dalgalanma kadar düzensiz ve bir o kadar da belirsiz durumlardan çıkıştır bu. Bedenle eşgüdümünü kaybeden bir ruhun arayışıdır, tek aradığıdır hatta. Düğmeye basarsın, birçok şey yeniden başlar; nispeten daha düzgün. Az önce sistem çökmemiştir ya, ona dua edersin yatıp kalkıp. Ancak sistem çekirdeği bilir az daha taşabilecek bir belleğin nelere mal olabileceğini, hangi felâketlerden döndüğünü. Yalnızca bir anlık dalgınlıkla gelirken en acı izlek sonları, işlemcideki dallanmanın sürmesine şükredersin, önbellekte kalmış olan birkaç veri kırıntısına...

Biraz Değişik

Kahve gibi ama biraz değişik...

Yaşamadığını bilmezsin ve bilmediğini çok da fazla tahayyül edemezsin. İstediğin kadar empati kurmaya çalış, istediğin kadar uğraş. O duyguyu o konumda olmadan bilemezsin. Öyleymiş yani, bugün öğrendim. Çok çabalamak, iddialı olmak; fazla ileri gitmek fikrince böbürlenerek, belki de medet umarak. Fazla ileri gitmemeliymiş kalp atışları sayılı olan varlıklar. Bugün bunu gördüm; görmedim de belki, hafiften bir hissettim, kalbimin ilk heyecandan durakladığı anda...

Öylesine başladım yazıyorum, biter mi bilmiyorum. Bitmeli mi, ondan da emin değilim. Belki kelimeler tükenir önce, ardından ben. Belki ben kalırım, kelimeler gider; belki de ben giderim...

İnsan olmanın zorluklarını aklını başına devşirdikçe anlıyor insan; ya insan olduğuna seviniyor ya da hâlâ insan kaldığına. Bazen en insanlıktan çıkmış gibi olanların içinde de bir insan oluyor; ama işte bazen. Mutluluğun önündeki en büyük engel akıl olsa gerek; zira en mutlular aklını bir köşe başında bir yerde bırakmışlar oluyor. Gel gör ki öylesine unutup gidebileceğin bir şey değil bu. Bilen bilmemeyi seçemezken bilmeyen hemen öğrenebiliyor, adalet mi bu?

Hayat gibi, ama biraz değişik. Biraz ama; fazla değil. Kahve gibi, hafif sütlü. Nasıl desem, süt tozu fazla mı kaçmış ne.

Ne Olur Bu Benim Hâlim?

Diyor ki şair,

Allah'a sığın şahsı halimin gazabından,
Zîrâ yumuşak huylu atın çiftesi pektir.

Bugüne kadar kazasız belâsız gelmiş birisi olarak nerede patlayabileceğini bilememek çok kötü bir durum. Düşünsenize, yirmi dört oldum, daha kimseye ne elimi kaldırdım, ne bir yerde olay çıkardım, ne sokakta gördüğüm patates beyinlilere bir Hattori Hanzo eseriyle giriştim... Yok valla henüz birşey. Sıfır. Kız kavgası adı verilen şeylerle de hiç ilgim olmadı, zira uğrunda kavga edecek birisi olmadı. Prince of Persia da oynamıyoruz ki aksiyon olsun diye hoydabre eşliğinde girelim.

Diğer taraftan, ilginçtir ki, bütün bu temiz sicile rağmen potansiyel olarak korkulan insan durumunda olmak, en azından bazı topluluklarda, ilginçtir. Yok vallahi kaba bir insan bile değilim; ağzımı sadece bilinçli olarak bozabilecek kadar kibar da sayılırım.

Sanal şiddetin hayatımdaki yeri inanılmaz derecede önemli sayılır. Aslında çok da şiddet sayılmaz. Meşrulaştırmak için söylemiyorum fakat yani milletin cephelerde birbirini vurması falan artık vaka-i adiyeden sayıldığı için ben de adi işlerle uğraşıyorum diyebiliriz. Ne olacak İkinci Dünya Savaşı'nın ortasında mevzilerde pusulara yatıp birbirimizi vuruyorsak? Fürs Vaterland! Ehm, ne diyorum ben yahu.

Değerli dostlar, ben biraz daha patlamaya yol açmak için oyn... ehem, işime dönüyorum.

Arada Sosyalleşme Emareleri

Arada fark ettim de hakikaten bende sosyalleşme emareleri var. Yeni ev ofise taşındığımızdan beri 5-6 defa kendim için dışarı çıktım. Benim gibi ofis canlısı için çok bile fazla ama işte, lazım oluyor. İki defa annemle kardeşimi gördüm, bir kere seçimlere gittim; üzerine arada Kadıköy, bir durak ötedeki Metrocity ve sanırım bir defa da Taksim ziyaretim oldu.

Bu arada hiç oyun oynamıyorum; WoW hesabım uzunca bir süreden beri kapalı. Makinede kurulu oyunların bağlantılarına tıklamayalı bir ay oluyor. Hah pardon BioShock oyununun demosunu indirmek için Steam'ı açmış, oyun içinde bir fikrim olması için 2-3 dakika gezinmiştim. Yok sıkıldım yani arada gelen kinayeli "Yoksa oyun mu oynadın?" sorularından

Arada sosyalleşiyorum, insan gibi yaşıyorum sanırım. Olsun, her ne kadar zamanı çok iyi kullanamasam ve işler elime yapışsa da daha fazla çalışabilmek için her yol mübah.

Özel hayat mı? Bende hiç olmadı. Sürekli çalışan insan izlenimi uyandırmak istemem (çünkü öyle değilim) ama yaptığım işten başka bir hayatım hiç olmadı. Sanırım olmayacak da. Çünkü yattığınız yerle ofisinizin arası 5 metreye inince sanırım bu daha da hayal oluyor. Ya uyuyorsunuz ya da iştesiniz. Yoldayken kestirip biraz daha uyuyabileceğiniz bir servisiniz bile yok. Bazen yarım saat bile sıradaki güne güzel bir katkı olabiliyorken, siz yataktan kalkıp yüzünüzü yıkadıktan sonra işin başına oturuyorsunuz.

Bazen nerede hata yapıyorum diyorum. Başkalarına sorsanız yerimde olmak için can atanlar da varmış, öyle diyorlar. Aman diyeyim, herşey göründüğü kadar güzel olmayabilir.

Diğer cephelerde ne var ne yok derseniz, hiçbir gelişme yok. Hayatımın geri kalanı her zaman olduğu gibi derin dondurucuda. Şebnem Ferah demiş ya, "ben de sevdim of, sevmedi bilenim"; onun gibi birşey yani.

Fotoğraflarla süslemek istediğim şehirle ilgili çalışmama ise başlangıç ve bitişi hariç bir sayfa daha yazdım. Yine bilinmez bir kişiye anlaşılmaz sözcüklerden ibaret oldu.

Uzun lafın kısası: İş her zaman gerilim kaynağı; başkalarının yerinde olma dileğinizi belirtirken içten olmadığınızı herkes biliyor. O sebeple yerinde değil yanında olun; en azından duruşunuz bir işe yarasın.

Seni Sevmeyen Ölsün

Memleketimiz en dürüst siyasetçilerinden birisini dün uğurladı. Ahmet Necdet Sezer'i hükumetlere noterlik yapmadığı için, hukuku ve hukuka uygunluğu üstün tuttuğu için, kararlı çizgisini koruduğu için, ilkeli hareket ettiği için, işadamlarıyla gereğindne fazla ilişki kurmadığı için, devlet kaynaklarını israf etmediği için, özel harcamalarını devlete ödetmediği için, devletten gelen gücünü çevresindekilerin mali kalkınması için harcamadığı için, oğlunun trafikte işlediği cinayeti örtbas etmediği için... çok özleyeceğiz. Onu çok garipsedik, başbakanın bile yargıda bekleyen dosyaları varken gerçekten temiz ve dürüst birisinin reisicumhur olması garip geldi. Gerçi onu hep cumhura kötü gösterdiler. Cumhur saf olduğundan olsa gerek, hemen inandı.

Neyse şimdi meclis noterini seçti; huzur bulucu lazım, huzur verici lazım.

Gözünaydın gaflet-i cumhur.

Gerçekler Zamanla Anlaşılır

Tayyip'in yakışıklı fotoğraflarını yayınlayan, din odaklı olmasa da gayet tutucu bir yayın organı olan Zaman gazetesinde bir "yorum" sayfası vardır. Oraya ara sıra bilim insanları veya başka kişiler, Zaman gazetesinin yayın olarak beğenmediği kişi, kurum veya kuruluşlara laf atıcı yazılar yazarlar. Yani çok da bi feyz alınacak niteliği yokken yazarları, son günlerde gördüğüm üzere, genellikle akademik unvanlara sahip kişilerdir.

17 Austos 2007 tarihli sayısının yirmi dördüncü sayfasında bulunan "Yorum" başlıklı yazıdaki yazar ise ilgi çekici. Bir akademik açıdan doktor unvanına sahip dostumuz, çalıştığı (yerin ismi yanlış yazılmış ama ben düzelteyim) Holy Cross University'den bildiriyor. Birleşik Devletler'de tarikatler, herhangi bir sivil toplup kuruluğu gibi çalışabiliyorlar hatta bu tarikatlere bağlı okullar da olabiliyor. Holy Cross da bu tür bir okul. Jesuit, Türkçe'de Cizvit deniliyor sanırım, inanca sıkıca bağlı olduğunu belirten okulda akademisyen olarak çalışan bu dostumuz, konu halkın teknik olarak 2/5'inin nefret ettiği cehape'ye veryansın ederken, içeriğin Zaman gazetesinde yayınlanması sorun olmamış olsa gerek.

Her ne kadar insanları ekmek paralarını yollara göre (fuhuşla da uğraşsalar, dilenci de olsalar, vekillik de yapsalar; nur içinde yat Neyzen!) asla yargılamasam da bunu çok iyi yapan bir kitleyi odak seçmiş bir gazetede böylesine garip bir durumun olması... garip işte.

Sayın Zaman, senin de gazetecilik konusunda atman gereken çok adım var. En ılımlısı olman iyi; ama hakikaten bugünkü sayınızda Abdullah Gül kustum. Ayrıca Fetullah Gülen ve benzerlerine hizmet ederek nasıl bir vicdan borcu ödüyorsunuz bilmiyorum ama Kürsü adlı bölümünüze bir kürsüye daha fazla yakışanları çıkarmanızı öneririm. Küresel ısınma ve iklim değişimini tövbeyle duayla çözebiliyorsanız aslansınız kaplansınız. Çevreniz çapınızdan geniş diye diye Çapsız Abidin'e dönmemenizi dilerim. Ulan tekrar baktım Fetullah Gülen Hocaefendinin sohbet ve yazıları esas alınıyormuş. Evet, kürsüyü daha fazla hak edenler varken... Neyse.

Ekleme: Merak ettim. Dergilerde arka kapak ve ön-arka kapak içi reklamlar daha pahalıdır. zaman gazetesi de Fetullah Gülen Hocaefendi Hazretleri'nin Kürsü'sünün arkasındaki reklamlar daha pahalı mıdır? O ki sözleriyle insanları cism-i münevver eyleyen nur jeneratörüdür, onun sözleriyle aydınlanmış bir sayfanın arkası daha parlak görünecektir, sadakallahülazim. Bence reklamcıları bir düşünsün derim. Yahu aklıma geldi, nûr kaç amperdir? Gani Abi cevap alamamış da, tekrar sormak istedim.

Bana Haram Yedirdiniz!


Birileri başka birilerine gel beraber 21. yüzyıla adım atalım desin.

Budur.


Alkol haricinde haram yiyenler hiç gocunmadan sizinle yan yana oturuyorlar sayın bakan. Siz de bir bakın isterseniz; hatta bakmayın görün. Şekilciliğin gözü kör olsun. Bu şekilciliğe kanıp sizi sevenlere de artık ne olursa olsun.

Büyük İslâm âlimlerine kadar sizi yormamak için (ki yorulmayın zaten) bir tüyo vereyim: Kul hakkı yemek, affedilmeyecek tek günahtır; risotto yenmiş çok mu! Sürülmeler, haksız atamalar, haksız kazanç sağlayabilecek hareketler, seçimden önce bir haftalık görev için alınan üç aylık vekil maaşları... Haram mı dediniz? Afiyet olsun canlarım benim. Cayır cayır, inşallah!

Sen mi Yazdın?


Gün geçmiyor ki bir başka kendini bilmez SDN'ye yorum yazmasın. SDN'de yayınlanan her yorumu teker teker okuyup onaylayan kişi olarak artık saçmalık seviyesinde olanları veya küfür içerenleri silmek zorunda kaldığımı belirtmeliyim.

Bu gün bir yorum, belli ki çekiş gücü yetersiz bir rakipten geliyor zira gayet düzgün ve yazım kurallarına uygun şekilde yazılmış bir yorumdu, bir şirketten gelen bültenin derlemesine ismimi yazmamı eleştiriyordu. Gerçi eleştirmek de değil ya yermek diyelim. Bu çekiş gücü düşük bir rakibimiz olduğunu tahmin ettiğimiz kişi belli ki konunun basına yakın zamanda aktarılmış bir haber olduğundan da haberdardı.

Bu ilginç bir soru. Sen mi yazdın? Evet; genellikle firmalardan gelen bültenler şişirme övgülerle bezenmiş sözcükler ve nasıl sunulacağı şaşırılmış teknik bilgiler barındırır. Eğer birisi oturup bütün metni kendisi, sıfırdan ve çok daha doğru şekilde bilgilendirici biçimde yazıyorsa o yazıyı o yazmıştır. Kendim için söylemiyorum. Alelacele gelen bülteni sayfaya çakıp geçen yayıncıları da görmüş birisi olarak bu konuda, kimse kusura bakmasın, "sen mi yazdın lan zırtapoz" laflarına pabuç bırakacak değilim.

Geçenlerde adını burada vermeyeceğim bir firmadan bir haber metni geldi. Evirdik çevirdik metni adma edip yayınladık. Ardından bir okurumuz forumlarda haberi yayınlamış; ki kendisi anasayfayı çok yakından takip eder, maalesef bizim yayınladığımız haber olduğunu anlamamış bile. Düşünün işte,
gelenin bir basın bülteni olmasına rağmen bizler nasıl uğraşıyoruz. Tabii kendileri bülteni sayfaya çakmaya alışmışsa, yapabilecek birşey yok.

Güzel günler dilerim.

Hey Dostum Sen Ecnebi misin Ha?

Bilirsiniz, İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca ve benzer dillerle Farsça, (ve galiba ucundan da Arapça) hafiften kardeş dillerdir. Hepsi Hint-Avrupa (Indo-european) dilleri olarak anılıyorlar. Hint'le avrupa'nın ne ilgisi var o kadarını bilmiyorum ama birinin "door" dediğine biri "dâr" diyor. Dâr-ül Fünun mesela. Bu örnek yeter yetmez çok önemli değil; maksat eğlenmek. Bazen arada garip rastlantılar da çıkıyor tabii. Bugün arkadaş sohbetinde çıkarttığımız bir durumu paylaşmak istedim.

Şimdi Amerika kökenli olduğu düşünülen ama belki de Britanya'dan çıkmış "Yankee" sözcüğünü filmlerde falan sıkça duyarız. Ben önce coğrafî olarak kuzeylilerin güneydekilere söylediği birşey olarak biliyordum; aslında durum biraz daha farklı: Birleşik Devletler'in Yeni İngiltere adlı bölgesinde (haritada en kuzey doğudaki yer) Mason-Dixon hattının kuzeyinden gelip güneyeine yerleşenlere karşı bir hitabet olduğu söyleniyor. Sonuçta oradaki insanların bundan yüz yıl önce görecekleri en büyük yabancı kitlesi herhalde bu kişilerdi. Her ne kadar insanlar filmlerdeki gibi "Defol pis yanki! Seni burda istemiyoruz, tamam mı!" şeklinde konuşmasalar da, sözcük burada İMKB 100 listesine girmiş bi kere. Bizde böyle sözcükler yok demeyin, kesinlikle var.

Türkçe'yi çok seviyorum. Özellikle de bugün kullandığımız Osmanlıca'dan gelen Türkçe'yi. Türkçe gibi çok sağlam aritmetik bir dilin temelinde Arapça ve Farsça takı ve tamlamalar en güzel oyunlarını sergiliyorlar. Arapça ve Farsça da güzel şekilde harmanlanıyor aslında, tabii dozunu kaçırmamak kaydıyla. Birisi "gönenç" deyince öyle bakıyoruz, yahu bu nedir, diye.

Neyse, şimdi biraz Arapça'ya dalalım. Kuzey, güney, doğu ve batı diyoruz. Arapça'sı nedir? Şimal, cenup, şark ve garp. Ecnebi sözcüğünün kökenini araştırırken gördüm ki kökü cenup. Yani yabancı anlamına geldiği kadar, güneyli anlamına da geldiği söylenilebilir (yani ses olarak aynı diyebiliriz sanırım). Ayrıca cunüp sözcüğü de hem araştırdığım kaynaktan hem de Arapça'daki üç tane sessiz harften oluşan sözcük kökü sistemine göre mantık yürütünce, aynı kökten geliyor Mesela, hep verilen örnektir: "ketebe"den kitap, kâtip, mektup, (çok okumuş anlamında) kutup... gibi.

Her ne kadar biri güneye inene diğeri güneyde olana denilse de bu garip benzerlik beni oldukça güldürdü. Neyse, aman dikkat; birisine yanki derken dikkatli olun. Mesele başka yerlere gelebilir.

CS Yelleri!


İki gün önce kadar televizyonda kanallerı değiştirirken "Kabak Yelleri" adlı yerli diziye denk geldim. Gerilimli bir baskın sahnesi, lunaparkın ortasında birkaç silahlı adam. Birden bir tanesi geldi ve birinin ensesi tarafına vurup onu bayılttı. Ses olarak ne çıktı dersiniz? Counter Strike oyunundan tanıdığımız bıçaklama sesi.


800 DPI fare ile 1600 DPI fareyi kıyaslarken yanılırım, bu sesi duyunca yanılmam. Uzunca süre kendime gelemedim. Göktengri iyiliğinizi versin.


Yolunuz Açık Olsun


Elemanın biri dergisinin orasından burasından laf atmış. Ne diyelim, fazla gurur insanı bozan birşey elbet. Acil şifalar diliyoruz.

Biz SDN olarak özgün çizgimizi koruyoruz. Sadece onlarca siteye teknoloji içeriği sağlamakla kalmıyoruz, düzinelerce de kopyamıza da müsamaha gösteriyoruz. Ayrıca içeriğimizi sunduğumuz Creative Commons sözleşmesiyle herkese açık şekilde "lütfen içeriğimizi alın ve kullanın" mesajını da vermekten çekinmiyoruz. Daha hiçkimseye gidip "bizden almışsın kardeşim, kaldır onu oradan" demedik, demeyeceğiz de.

Buraya reklamsız, spamsız ve dürüstçe gelmek de bizler için ikinci bir başarı. Ne onun bunun veritabanını çalıp millete spam gönderdik, ne bir dergi üzerinden prim yaptık, ne de rakip gördüğümüz veya çekemediğimiz kişilere dayanaksız tehdit postaları gönderdik, ne kimsenin eski işverenini arayıp "senin o editör var ya, oradan buradan çalıyor" diyip iftira atmaya çalıştık... Daha da önemlisi, hakkımızla kazandığımız gücümüzü hiçbir şekilde, diğerlerinin önünü kesip kendimizi öne çıkartmak amacıyla mafyalık yapmak için de kullanmadık. Neden mi bu örnekleri verdik? Öyle aklımıza geliverdi işte. Sadece örnek yani. :)

Değerli dostlar, internetteki en iyi Türkçe bilgisayar dergisi olma iddiamızı sürdürüyoruz. Çünkü, benzerimiz hâlâ yok. Bizi okumaya devam edin.

Siz değerli, hakkımızda ileri geri konuşan basılı rakibimiz; ne diyelim, yolunuz açık, çeneniz kapalı olsun.

Bu Kimin Seçimi?


Siyasetten yapanları kadar nefret ettiğimi yakın çevremdeki herkes bilir. Özellikle de Türkiye gibi eğitim öğretim seviyesi oldukça düşük olan ve halkının hurafeleri hâlâ bilimsel gerçeklerin önünde tutan bir memlekette demokrasinin ne kadar kötü birşey olduğunu açık seçik görebiliyorum. Tutarlı ve ilkeli davranışlar sergileyenlerin değersiz varlıklar olarak mimlenip, kaypakça, adice, en şahane yalakalıkları sergileyenlerin baştacı edildiği bir ülkeden bahsediyoruz.


Delinmedik yasa bırakmayıp ülkenin gelmişi ve geleceğiyle oynayanlar çok şahane varlıklar gördü bu memleket. Şimdilerde bazı adamcıklar, minik beyinli un helvası beyinliler, bu tür davranışları sergilemiş olanları en komik biçimlerde, özünde iyi insandır diye överek, evrensel anlamda çok başarılı; fakat kendisine göre işlevsiz sayılan insanları küçük düşürmekten geri durmuyorlar. Ulan mikroskobik canlı, sen kendi küçüklüğüne bak önce.

Neyse başlığa gelelim: Bu benim seçimim değil. Sevişmek için evlenmeyi bekleyen, evlendiği gibi art arda 294792 tane çocuk yapmayı marifet sananların seçimi. Bu seçim, kendi geliştiremedikleri en basit fikirleri başkalarından feyz alıp idrak eden ve kendilerine aklı verenlere tapan varlıkların seçimi. Bu seçim, gerektiğinde neticesinden vazgeçip ben teba olmalıyım, nooluur beni de alın aranıza diye kendisine yol gösterme yeteneği olmadığı halde ezberden okuduğuyla kitleleri yönlendiren varlıkların takipçisi olabilenlerin seçimi. Bu seçim, bu ülke kurulduğunda amaçlanmayan şeylerin çoğunluğunu oluşturduğu seçim. Bu seçim kesinlikle benim seçimim değil. Ben demokrasiyi sevmiyorum, benim gibilere seçme hakkı verilmemeli. Çoktan seçmeli herşeye karşıyım zaten, oy pusulası ve cevap formu arasında bir fark göremiyorum. Neyse memleket hak ettiği şekilde yönetiliyor zaten, bana dışkıdan tatmak düşer.

Bu arada, ağzımı bozup ilgililerine daha dolambaçsız ve net bir mesaj vermek isterim:
O demokrasi treni inmeye çalıştığınız durakta size girsin!

Amin!

Acı Kaybımız

Değerli büyüğümüz Mehmet Bölük'ü kaybettik. Başımız sağolsun.

Konuşamıyorum, bir ajanstan başlıktır, okuyunuz.

Melih Boş Durur mu?

Başlık soruysa "evet" deyip noktalamayacağız herhalde. Bizim Melih boş durmaz. IT Pro'nun yazıişleri müdürlüğü yanında geçtiğimiz günlerde başladığı ve firmalar tarafından tüketicilere sunulan birçok fırsatın duyurulduğu site KatılKazan bir süredir yayında. Yakında kendi adı ile marka olursa şaşırmayın.

Ne diyelim; katılın, kazanın. Kazanırsanız bize de birşeyler ısmarlayın :)

PCkolojik Vaka!

PCWorld'deki arkadaşlar Pamir ve Levent, yanlarına gördüğüm kadarıyla PCNet'ten Görkem'i de alarak güzel bir oluşuma girişmişler. Donanımla ilgili güncel haberleri takip etmek istiyorsanız bir bakın derim. Okuması çok zevkli... Ee kalitesi yazan kişilerden geliyor tabii.

www.pckoloji.com

Yeni Yerim: SDN


Herhalde son zamanlarda aldığınız alacağınız en garip haber bir internet sitesinin dergide çalışan bir editörünü, holding desteği falan olmadan transfer etmesidir. Olayın öznesi (veya nesnesi) konumunda da benim olmam işin rengini değiştiriyor.


Haziran 2007 başından itibaren artık Shiftdelete.net için çalışıyorum. Henüz kesin bir sıfatım yok, ama genellikle Yayın Yönetmeni gibi fiyakalı bir unvanı uygun görüyorlar. Genellikle yeni projelerin geliştirilmesi ve uygulanmasından sorunlu, sitedeki yayın akışının idamesinden de sorumluyum.

Şu sıralarda bir diğer işim de bilişim sektöründeki firmalara reddedemeyecekleri teklifler sunup cevaplarını beklemek... Reddetmiyorlar da bazen ses çıkmadığı oluyor elbette. Güzel bir ekip var, işgücü yerinde ve işgücü yatırımımız sürüyor. Sonumuz hayrolsun.

Değişim Rüzgârları

Çok devrimsel ve toplumsal içeriğe sahip olmasa da hepimizin hayatı değişimler ve gelişimler; sonlar ve başlangıçlarla geçer. Fenalık getiren felsefî ve mantıkî çıkarımlarla "Panta rei" denilmeden de önce bu böyleydi. Çok geriye gitmemek lazım, şimdiye gelelim.

"Severek çalıştığım..." diye başlarsam "ulan eşşeolusu madem seviyordun neden ayrıldın?" diyebilecekleri göze alıp fazla yalayıp yutmadan, BYTE dergisinden ayrıldığımı söylemeliyim. Bir buçuk senelik bir boşlukla neredeyse brüt dört senedir çalışıyordum, net olarak da iki sene (9 + 15 sayı) çalıştım. Hacısıyla tatlısıyla çokça günler geçirdik. Çok şeyler öğrendim ve elimden geldiğince taze fikirler katmaya çalıştım. Açıkçası grubun en tembeliydim ve gidişim iş yükü konusunda yeni arkadaşlara bazı zorluklar getirecekse de çalışma süreleri ve ay sonundaki gecelemeler konusunda yardımcı olacaktır diye düşünüyorum.

Bu vesileyle, önemli bir süreyi beraber geçirdiğim iş arkadaşlarıma, alakasız bir sırada teşekkürlerimi iletmek isterim. Murat Yıldız, kendisinden dergi yapmayı öğrendim. Selçuk Şenol, gecenin bir yarısı veya sabahın bir köründe nereden geldiği belli olmayan göbek dansı müziğinin müsebbibi. Ali Karakaya, atışmalar unutlmayacak; özellikle de Kore dönüşü "Aaa Ali, buradasın" dememden sonra "İnanır mısın Berkin, türbülansa bile girmedik" demeni unutmam. Ersin Cömert, uzun süre komşuluğuma ve gıcıklığıma tahammül edebilmen efsane olsa gerek. Birkan Konar, sessiz sakin Bakü-Ceyhan projelerine imza atan gizli kahraman, insan bi arada sızlanır falan. Erhan Teksöz, o kadar dedim dünyayı git gez diye, şimdi kolay gelsin valla; yeğenimize sevgiler. Yusuf Canpolat, staj kurbanı, genç oyun editörü; projelerini sonlandırabilmen dileğiyle. Pamir Kızıltuğ, toplantı yüzü görse bizim de yüzünü göreceğimiz insansı kütle; ama ben daha iriyim! Levent Özgürel, kazara solaryuma uğrarsan kaçak göçmen diye içeri alacaklar; bir de notbuklarını pencereden atma, hepsi o kadar dayanıklı olmayabilir. Daron Dedeoğlu, insan ofiste olup da bu kadar mı az belli eder? Yerinden kalkana kadar göremediğim tek kişi. Nuri Kaymakçı, bir gün arabanı cidden alıp gidecekler, anahtarları çekmecene at. Ayhan Şensoy, biraz daha CS idmanına ihtiyacın var abi ama azılı bir rakip sağlam müttefiksin. Kıvanç Tanrıkulu, umarım Time'dan kapına gelmezler, daha da güzel projeleri bekliyorum valla. Taner Güdükoğlu, mesai bitiminden sonraki dürüm değerlendirmelerinin assolisti. Engin Gedik, dış temsilci mi yoksa elebaşı mı bilmiyorum; ofisten çok yurtdışındaydın. Sıdıka Akyol, yok yok, o firma karşısında benim atıp tutmamın ardından ziyaretçimizin "biz onlarla çalışırdık" demesini unutamıyorum; Pamir dayanamayıp kaçmıştı ben bozuntuya vermemiştim. Özden Kurban, bence kariyer seçimini doğru yapıp doğumgünü organizasyonu işine girersin artık. Meral Bakır, spotu yazana kadar serbest kalmayacaksın yaklaşımın son anda nice sayfaları kurtardı! Güren Gürsel, sen trafodan santralden gel DVD'ye bulaş; olacak iş mi?

Tabii benden önce ayrılan arkadaşlarımız da var; kendilerini burada anmak isterim: Hatice Tarhan, 4x4 azmi ve vosvos kalıbıyla fethedilmedik tepe bırakmayacaksın sanırım. Atalay Keleştemur, denizdeki gemilerden sonra sanırım uzay gemilerine kaptanlık edeceksin ama önce bir uzay gemisi yapmamız gerekiyor. Kerem Özdemir, nice sabah kahvaltısını dağıtmamız dileğimi tekrarlamak isterim. Berna Aktaş, konuştuğundan daha fazla gülmeyi nasıl başarıyorsun çözemedim. Gül Şahin, yolda geçirdiğin zamandan daha fazla çalışabileceğin bir işyeri bulmana sevindim. Abdullah Kavak, güzel sohbetler için teşekkürler; bunu okuyorsan nerede olduğundan bir haber ver. Şermin Dervişoğlu, Levent'le sana yaptığımız alabora esprisinden sonra ayrılmanı istemezdik; suçlu hissediyoruz, bizi affet. Ozan, soyadını hiç öğrenemedim; ama telefon santralinden daha fazla çağrı aldığını unutmuyorum.

Tabii bir de Dünya'nın gizli kahramanları vardı. Çek senet tahsilatlara beraber gittiğimiz, muhasebeden Turgut Abi; çayıyla tostuyla bizleri yalnız bırakmayan, besleyip büyüten Mecit Abi ve Yusuf Abi; "Berkin ürün var!" şeklinde defalarca beni aramış olan Savaş Abi (kendisi benden hemen önce ayrılmış); ürünlerin alınacak mı yoksa verilecek mi olduğunu bazen karıştıran Özlem; geceleri evime sağ salim dönmemi teminat altına almak için çalışan Taner; bizi kolisiz kargosuz bırakmayan, çileden çıkaran firmalarla bile uğraşırken soğukanlılığından ödün vermeyen İlyas Abi ve Deniz (o da aylar önce ayrıldı); halen temasta olmaya çalıştığım ama MSN'de görünmeyen Müjdat Göçerli, sabahları servise binmeden önce kısa ama güzel sohbetler yaptığımız Nevzat Onaran ve servis şoförümüz Levent Abi...

Umarım unuttuğum veya atladığım kimse yoktur. Vakit sabaha geliyor, dilimiz sürçtüyse affola. Herkese teşekkürler, elvedâ zalim dünya...


...ve yeni bir gün doğar.

Sahte Demokratlar Rahatsız!


Esasen yorumsuz bırakılması gereken bir haber de olsa dırlanmadan duramadım. Zaten susulacak yerde susmasını da bilmem. Neyse, konuya geleyim. zat-ı âlileri, demokrasinin mitinglerle etkilendiğinden bahsetmişler. Darbe çığırtkanlığı yapılıyormuş, postalları görmüşler, apoletler gözlerini almış... falanmış filanmış. Size girilecek tashihi kimler yazsa, a canım. Hadi, iş bana düştü. Açarım ağzımı, yumarım gözümü.

Yahu sandıktan hesapta seni ve senin gibileri temsil eden parti seçilirken demokratik oluyor, birkaç kişi bir meydanda müsamere yapınca demokratik olmuyor. Elektronikçi kendisine mühendislik kapatılınca sesini çıkartmıyor, sözde meslek lisesi olan imam hatip okullarında eğitim yedi yıldan dört yıla indirilince "musalla taşında ne yaparız biz" diye yaygara koparılıyor; meslek liseleri o vesileyle hatırlanıyor. İmarsız araziye seçim sonrası havadan kanun dışı şekillerde tapu verenler şerefli, anayasanın gereğini yerine getiren hain oluyor. Demokrasi istenilen durakta inilecek bir trenken kimseye laf yok, cumhuriyetimize sahip çıkalım dediğimizde özgürlükçü demokrasi ayaklar altında deniliyor. Adamın biri şeyh, molla dizi dibinde poz verirken sus pus oluyorsunuz, on binler Atamızın huzuruna çıkınca gerim gerim geriliyorsunuz. Siz bu kadarsınız!

Hadi ordan! Gözüm görmesin sizi! Ama annenizi de almayın yanınıza, lakin o bizden biri!

Ne Utanmaz Köpekleriz!


Açıkçası üzerine alınan çıkar mı bilmem ama ben falancaya (hakkaniyet çerçevesinde de olsa) ithaf ediyorum desem başıma bela alacağımı biliyorum. Maalesef adalet sistemi başkalarını tanımlarken kullanabileceğiniz muteber ama ağır bir sıfatı bu şekilde gerçekleri tanımlayıcı anlamıyla kullanıldığınızda suç kapsamı dışına çıkartmıyor. Onlar da haklı tabii.


Çetin Altan'ın söylediğine göre Deli Hikmet'in mi yoksa Namık Kemal'in mi olduğu çok net olmayan bir taşlama var. Muhataplarının üzerine alınması dileğiyle...

- - -

Edepsizlikte tekleriz
Kimi görsek etekleriz
Hak'dan da ümit bekleriz
Ne utanmaz köpekleriz

Biz bakmadan sağa sola
Düşman girdi İstanbul'a
Vatanı sattık bir pula
Ne utanmaz köpekleriz

Dalkavuklukla irtikap
İşte etti bizi harab
Sen söyle ey Şevketmeab
Ne utanmaz köpekleriz

İnsan mı neyiz seçilmez
Bir zehiriz ki içilmez
Tavrımızdan da geçilmez
Ne utanmaz köpekleriz

Gitme vatan kavgasına
Yetiş rütbe yağmasına
Daldık dünya sefasına
Ne utanmaz köpekleriz

Vatanın girdik kanına
Leke getirdik şanına
Topumuzun bok canına
Ne utanmaz köpekleriz


- - -

Nedense okudukça aklıma Bakü-Ceyhan boru hattı geliyor. Hayırdır inşallah...

About an Interesting Raid Setup

Most guilds raid in Karazhan with two mages, two priests, one paladin, two warriors (or maybe one and a hunter), one rogue and one warlock and one druid. Maybe not exactly this setup everytime; but something very balanced on main roles like this one: Four or five characters with healing abilities, three or four with tanking ability and also that many on DPS.

In Aion we have an interesting setup for this kind of raid. We surely lack many tanks and in abundance of mages, rogues and druids. So we are going like this:

Thoiin - Warrior - Main Tank
Partola - Paladin - Off-Tank / Main Assist
Koli - Rogue - DPS
Kyrn - Rogue - DPS
Zuza - Mage - DPS
Zuhu - Mage - Wanna-be-DPSer
Cyrn - Warlock - Fearmonger
Charelle - Druid - Healing / Battle Resurrection
Jittai - Druid - Healing / Battle Resurrection
Sylivan - Priest - Healing

This raid setup does fine up to 4-5 bosses in Karazhan, easily beating Attumen, Moroes, Wizard of Oz Encounter at the opera and Maiden of Virtue without any wipes. DPS is nice, healing is good and battle resurrection saves the day at boss fights. Interesting raid setup, but works fine since druids can tank, paladin can heal whenever needed.

Ah, since the Curse of Zuhu persists, we need more and more healing machines! On the other hand one of our druids changed his main character to a mage, an imba mage; so I wonder how things going to change for me. Since I am the weakest DPS'er within mages in the guild. Time will tell.

Cüsseye Uygun Seçim


İş yerindeki masa komşum ve BYTE'ın donanım bölümünü beraber çekip çevirdiğimiz Birkan Konar, geçen ay İngiltere'ye gitti. Birşey ister misin diye sorduğunda ise laf arasında "artık alırsın bi West Ham kupası" gibi birşey söylemiştim. Malum; Judo takımının hayranı olduğum Trabzonspor Klübü'yle aynı renkleri paylaşıyor. Ayrıca Steve Harris abimizin takımıdır kendileri. Dedim ya öyle laf arasında geçen bir sohbetti.

Geldiğinde ise ne göreyim, alışık ve tanıdık renklerle bir kupa getirmiş. Renkler şöyle dursun, boyutları da gayet doğru seçilmiş: Jumbo!

Boyu boyuma, rengi zevkime uygun. Teşekkürler Birkan.