Kanıksanmış Roller ve Kendine Faydası Olmamak Üzerine


Toplumun şekil itibariyle hatırlayabildiğim en küçük yaştan itibaren dışlanan, hor görülen ve kendisini sevdirme çabasına girmediği sürece aşağılanıp mümkün olarak elde edebileceği şeylerin sınırı evvelden çizilerek başkalarının aklıselimine davet edilen bir bireyi olarak üzerimde kodlanmış olarak bulunan bu saçmalıktan kendimi kurtaramadığımı fark ediyorum.

Toplumun çöp bireyi olarak hep birilerine yardımcı olan, onların arkasını toplayan ve mümkünse hiç ön planda görünmemesi gereken bir insanış gibi hissediyor olmam elbette çocukluktan bu yana gelen dışlanma ve bastırılmayla çok ilgili. Düşünsenize, aileniz bile sizi belirli cenderelere sokmaya çalışmış, geleceğinizle ilgili sizi bazı şeylere ikna edebilmek için yalan söylemiş, bire bin katarak sizi korkutmaya çalışmış; bugün yaptığınız işe yaramaz şeylerle de sizle gurur duyduğunu söylüyor. Oldu canım, başka?

Aile bağlarımın neden zayıf olduğunu sanırım açıklamış oldum. Çok umursadığım söylenemez. Edinilmiş şeyler bahşedilmiş şeylerden hep daha değerli gelmiştir; aile vurmaması gereken kötü bir piyangoyken kendi oluşturduğum çevremin daha benzer akla sahip, sorunları tanımlamak, öncelik sırasına göre dizmek ve çözebilmek adına işlevsel insanlardan oluşan bir zembil gibi imdada yetişebilmesi manidar değil olağan.

Yalnız ilk başta anlattığım rol üzerime o kadar yapışmış ki özellikle son dört yılda sürekli olarak hem eksik ücret hem de eksik mevkiyle çalışan birisi olarak hâlâ iş kararlarımı arkadaşlara yardımcı olan, maddi ve manevi çıkar beklemeyen bir insan olarak çiziyor olmam gelecek kadar şimdimi de rahatsız eden bir durum. İş kafamın olmaması, kendimi ağırdan satmamam, benzersiz olmadığımı gereğinden fazla iddia etmem de bu tür bir ezikliğin yansıması. Bu kadar mı? Tabii ki hayır. Kendi maddi ve manevi güvenliğini sağlamak yerine belirsiz süreçlere dalıp diğerlerinin kendi maddi ve manevi güvenliklerini sağlamasına yardımcı olmak gibi olaylara da sürekli imza atan bir canlı olarak içimdeki kendini sevdirmek için fedakarlık yapması gereken taraf olduğum dürtüsünün çocukluktan bu günlere gelmiş bir hali sanırım.

Böyle bakınca insanların işine yarayan faydalı aptal rolümü hakkımla yerine getirdiğimi bir kere daha çok iyi şekilde anlıyorum. Otuz yaşına gelmiş olmama rağmen böyle devam edecek. Boşuna "hayattaki amacın ne" dediklerinde "huzur içinde ölebilmek" demiyorum. Planım yok. Tutar yanım yok.

- - -

2 Ekim 2014: Hâlâ bu noktada olmak çok fena.


Hiç yorum yok: