Hard Rock, Elhamdülillah!
Daha önce de bir ünlem biçimli başlıkla kendilerinden bahsettiğim fahri ork Lordi grubu aslında orklardan kurulu değil. Lordi, bir iblis, bir mumya, bir yaratık, bir vampir ve bir boğavari canavardan (orka benzeyen bu) oluşuyorlar.
Neyse mesele bu değil. Mesele, pek saygın, cicili bicili kıyafetlerle sahne alıp vasat ve yavan şeyler mırıldananlara basılan tekme... Belki bu bir değişimin başlangıcı olmayacak, bir sonraki sene yine salak salak şarkılar arasında oylama yapacağız belki... Belki bilmemkim katılacak... Ama biliyorum ki, bu gösteri şöyle bir salladı ve insanları kendine getirdi. Önemli olan da bu.
Bu arada, girişte kullandığım etyemez lokantası örneği, Lordi'nin vokalisti Bay Lordi tarafından Yunan basınına verilmiş bir demeçte benzer şekilde geçiyordu. Orada geçen örnek, "sizi siz yapan nedir?" gibi bir soruya verilen cevaptı. Kabaca cevap "Biz buraya ait veya uygun değiliz. Farkımız bu. Bizler etyemez lokantasındaki et yiyenleriz." şeklindeydi. Ayrıca bu laf pek sevdiğim Ördek Karakanat'ın giriş laflarına benzediği için daha bi hoşuma gitti.
Velhâsılıkelâm, hard rock'ın hastasıyız. Hatta biraz daha yerelleştirelim durumu: Baydık artık poptan, fesüphanallah. Hard rock, Elhamdülillah!
Kahire'den Manzaralar
Trafiğin çarpışan otolar gibi gittiği, yollarında şerit olmayan bir şehir düşünün. Bu şehrin üzerine bir de 20 milyon nüfus yerleştirin. Bir de yollar genellikle tepeden gitsin; köprüler üzerinden... Yanına üç piramit, bir sfenks, bir nehir ekledikten sonra üzerine kum serpiştirin. Kahire böyle bir yer.
Trafik çok eğlenceli: Çiziksizi geçtim, vuruksuz araba görmedim. Arabalar hafiften çarpınca kimse inip dur kardeşim ne yaptın demiyor. Fazla hasar yoksa, yallah! Şerit kavramı hiç yok. Hatta seyahat ettiğimiz minibüste bunu doğrulayan bir olay yaşadık: Bir araç, takriben ikinci ve üçüncü şeridin ortasında giderken bize hafifçe çarptı, ardından en sağ şeritle güvenlik şeridinin oralarda bir yerde giden diğer arabaya çarptı. Sonra da iki aracın ortasını bulup yola devam etti. Memlekette benzin ucuz valla. Öğrendiğim kadarıyla litresi 40-50 kuruş falan. O sebeple olsa gerek kimse araba gittiği sürece nasıl gittiğine bakmıyor. Öyle araçlar var ki trafikte, bir an bunların yol kenarlarını süslemek için dikilmiş çağdaş sanat yapıtları olduğunu düşünüyorsunuz. İnanmıyorsanız gidin görün. Daha ne diyeyim.
Apartmanlarda, ya da daha anladığım şekilde ifade edeyim, betonarme yapılarda pek sıva yok. Beton+tuğla yapısı ve birbirine benzeyen yapı tarlaları şehirde çok var. Bunlara bizim ülkemizde olsa gecekondu derdiniz gibi düşünebilirsiniz; aman yanılmayın: 5-10 katlı binalardan hatta sitelerden bahsediyorum.
Yollar kötü, insan fazla, hava bunaltıcı (gölgede 40 falandı sanırım gittiğimizde; ama nemsiz)... İnsan kızmadan edemiyor buraya kuracağınız medeniyeti Kızılırmak kenarına falan kursaydınız ya! Şaka yapıyorum tabii ki, bizim memlekette o piramitleri dikecek arsa bulmak zor. Ama unutmayın, taşın hası üç bin yıldır bu topraklarda çıkıyor.
- - -
IDF EMEA, bu türde büyük firmaların diğer bilişim karnavallarıyla karşılaştırıldığında, küçük bir etkinlik sayılır. Birkaç yüz kişilik katılım oldu. Kesin bir sayı almadım, fakat kayıt yaptıranların önemli bir kısmının katılım göstermediğini öğrendim. Fırsattan istifade Intel?in birkaç üst düzey yöneticisi ve yönlendiricisiyle görüşme fırsatım da oldu. Bu arada bir hatırlatma: Intel'in EMEA'daki bir numaralı ismi Ayşegül İldeniz. Çağdaş Türk kadınını temsil ediyor ve koca bir bölgeden sorumlu kişi. Orta Doğu ve Afrika gibi kelle koltukta yaşanılan bir ortamda nasıl bir bayan yönetici olur demeyin; oluyor işte. Gayet de başarılı laf aramızda. Bu başarılı sıfatını kendimce öznel olarak vermiyorum, sayısal değerler nesnel şekilde veriyor.
- - -
Bu aralar sürekli aklımda: Hannover CeBIT'te amiyane tabirle babayı alıp bütün Uzak Doğu?lu abilerin randevuları Taipei Computex'e vermelerini düşündükçe "Ah ulan ah gidemedik Tayvan'a!" nidalarım da eksik olmuyor hani. Neyse artık, başka baharlara!
Kahire'den Bildiriyorum!
Tum hiziyla suren IDF EMEA toplantisi bu aksam bitecek ve yarin sabahin korunde Istanbul'da olma ihtimalim var. Gunlerdir suren uykusuzluk sebebiyle sanirim geldigim gibi iklim degisikligi sebebiyle hasta olup zibarip yatacagim. Disarida sicaklik 35 derecenin ustunde ve geceleri de en az 20 falan oluyor. Yaniyoruz ya seydi!
Turkce harfleri katletmek istemezdim ama kullandigim alette sadece Arapca ve Ingilizce karakterler var. Kasip Turkce yapmadim.
Neyse; gorusunceye kadar, yallah tazyik!..
Örovizyonu Orklar Kazandı
Cacık Üretimiyle Hıyar Nüfusu Arasındaki Bağıntı
Aklıma uykunun ve karamsarlığın etkisiyle bundan bir sene önceki halim geliyor da... Çok kötü zamanlardı. Asla üretemeyeceğim şeyleri tasarlıyordum. Gerçi ne iyileşti, şimdi üretiyor musun? diyebilirsin. Hayır, hâlâ yapamıyorum. Hayat zor. Kasamsar değilim. iyimserlik veya kötümserlik bana göre değil: Ben sadece gerçekçi veya hayalperest olurum. Neyse, kendim hakkında sonu olmayan bir münazaraya girmek istemem tabii; ama birden beni kötü yapan şeylerin kimse tarafından bilinmediğini fark ettim. İnsanlar bana o kadar güveniyor ki, kötü olduğumu iddia ettiğimde kimse itiraz etmiyor bunu sorgulamıyor. Zaten kimsenin sormasını da istemezdim ya; demek herşey gönlüme göre oluyor. Gece gece holistik düşünce zirveye çıktı. Kahrolsun determinizm! Yaşasın holizm! Ben de kendimi içten içe böyle eğlendiriyorum. Kelimelerin sçamalıkları o kadar acınacak boyuta ulaşıyor ki, acıdan gülümsemek kaçınılmaz oluyor. Ah dünya! Gencecik insanların kariyerlerini psikopat seri katiller olarak çizmelerindeki sırrı bana da keşfettiriyorsun zorla. Her kim olursa bu sırra mazhar, aklını alır bu yolda bir yer, gün gelir Berkin'i afakanlar basar, benim sadık yarim piskopat dünyadır.
İyi geceler,
Şarkıların İzinde: Dinle
1997 yılında Dublin'de yapılan yarışmada, Şebnem Paker tarafından seslendirilen eser, gerek icrasındaki çalgı altyapısı olsun gerekse de melodi ve sözlerindeki ahenk olsun, oldukça beğeni topladı ve Türkiye'ye bir üçüncülük getirdi. Şarkının arkasında önemli bir bağlama üstadı ve yapımcı olan Ahmet Koç olduğunu da hatırlatalım. Ahmet Koç aynı zamanda bu etkinlikte, sahnede bağlamayı bilfiil icra eden kişiydi.
Dinle, daha sonra sözleri tahminimce telif kısıtlamaları sebebiyle değiştirilerek okunduysa da özgün hâli kadar çekici olamadı. Şarkı her nedense Türk pop tarihine altın harflerle kazınmayı hak ederken, ne oluysa adı sanı duyulmaz oldu. Yalnızca Eurovision finalindeki performansı arada bir TRT'nin bazı kanallarında görülebilir.
Ekşi Sözlük'ten verdiğimiz bağlantılar varken hazır sözlük konseptine de uyalım ve sözlerini de yazalım tam olsun:
Hiç...
Geçmiyor günler sensiz.
Geceler yine kimsesiz.
Aah!..
Sevdiğim, nerdesin, kimdesin?
Sana sormaya varmıyor dilim,
Dinle!..
"Deli aşkının sonu var mıdır?" diye sormadan severim seni.
Acı dinmeden, gece bitmeden, yola düşmeden, bulurum seni.
"Bana yar mıdır?", "Adı var mıdır?" diye sormadan bilirim seni.
Göze girmeden, dile gelmeden, yüze gülmeden, severim seni.
Aah!..
Sevdiğim, nerdesin, kimdesin?
Sana sormaya varmıyor dilim,
Dinle!..
Bu güzel sözleri yazıp da böylesine güzel bir müzikle dünyaya sundukları için emeği geçenlere teşekkür ederim.
Şarkıların İzinde, devam edecek.
Nokia N91: Ağırlık Merkeziniz Değişecek
N91, çokluortamın tüm nimetlerini, hadi tümü olmasın da önemli bir kısmını (MP3, WMA, Radyo. OGG Vorbis desteği yok!) size taşınabilir olarak sunabiliyor. Diğer taraftan 3-5 saat içine kaydettiğiniz şarkıları dinlerseniz "Güneş paneli nerede?", "Şarj aletimi ne yaptım yahu?" veya "Bilgisayardan şarj olmuyor muydu bu?" diye sormaya başlıyorsunuz. İçinde Nokia'nın klasik pili BL 5-C var. Symbian S60 serisi olan ürün, örneğin AgileMessenger'ın "for N-Series" olan modelini yüklemeyi ısrarla reddetti. Ayrıca N91 henüz ne işe yaradığını veya nasıl çalıştığını anlayamadığım bir kablosuz ağ bağlantısına da sahip.
Nokia yine yapmış ve bu sefer çok iddialı: Ağırlık merkeziniz değişecek! Gerçi bu sloganı kendi reklamlarında asla kullanmıyorlar; ama ürünü gördükten sonra bana düşündürdüğü durum bu. Hem de bütün o muazzam kütleme rağmen :)
Ölen Ölür, Kalan Pikseller Bizimdir
Benim az zamanda çok iş yapan fotoğraf makinem Dynax 5D birden bire baş gösteren ölü piksel salgınıyla bir kaç CCD noktasını kaybetti. Eh ne yapacağız; bir çözüm umup servisine gönderdim. Gelin görün ki, ürünle ilgili her türlü belge var; bir tek garanti belgesi yok. Servistekiler de (haklı olarak) faturayı kabul etmiyorlar; garanti belgesi istiyorlar. İşin daha da kötü olan yanı, makinemin üreticisi Konica Minolta'nın fotoğraf makinesi kısmı geçtiğimiz aylarda Sony tarafından devralındı. Dolayısıyla servisler el değiştirdi ve kendilerinin satıp satmadığı meçhul olan bir makineye hâliyle hizmet vermek istemezler. Ne yapmak lazım? Belge illa ki bulunacak!
Şimdi bütün bu eziyeti çekmemin sebebi, makineyi satın aldığımda kutusunu bir yerde içindekileri bir yerde bırakmış olmam. O sıralarda evde tadilat olduğu için ilk bulduğum yere (arkadaşım) emanet ettiğim kutu içeriğini toplamış olsam da garanti belgesi eksik. Önce o sıralarda kaldığım Bostancı'daki evi kardeşime didik didik ettirdim; petrol kuyusu bulmuşlar ama belge yok. Sonra kendi evimi aradım taradım; ı-ıh! Arkadaşıma kendi evini arattım, o da yok... Tam delirme noktasındaydım ki 3 Mayıs akşamı, BYTE Haziran 2006 sayısında okuyacağınız hoş bir yazıyla olan çalışmam akşam 8:30 gibi bitti de ofisi terk edip arkadaşımın evinde bizzat tetkik yapmaya gittim. Tabii bağcılar-Hisarüstü, eğer bir motorlu aracınız yoksa biraz uzun bir yol. 22:30 gibi, kupa maçı biterken, arkadaşımın evine ulaştım. Kapıdan girip belgeyi bulmam tam olarak 20 saniye sürdü. Meğer üzerinde hiç bir yerde kocaman Konica Minolta yazmadığı için arkadaşın dikkatini çekmemiş. Nasıl rahatladım anlatamam.
Gece 23:45, Hisarüstü'ndesiniz. Eviniz Bakırköy'de. Nasıl bir yol izlersiniz? Taksi mi? Aman kalsın, almayayım. Ben ne yaptım? Hisarüstü-Levent Çarşısı arasını yaklaşık yarım saatte yürüdüm. 00:10-00:15 gibi metronun girişine ulaşmıştım. Son metronun kaçta olduğuna dair bilgi almaya çalıştığım 6600'ım, AgileMessenger ile bağını ha kopardı ha koparacaktı. Pil de bitecek zamanı bulmuş hani. Neyse son metroyu kimse bana cevap yetiştiremeden yakalamanın verdiği huzurla telefonu çantama attım. Taksim'den sonrası ise nispeten kolay geçti. Dolmuşlar gece yarısında Taksim-Bakırköy arasında oldukça hızlı çalışıyorlar. Sonuç: 1:15; evdeyim.
Bu kadar aksiyon iyi geldi mi? Dahası da olacak; çünkü mesela teknik servis öncelikle makineyi ücretsiz onarmayı reddedebilir. LCD monitör muamelesi yapabilir. Gerçi 6 Mega piksel içinde 5-6 tane ölü noktam var yanılmıyorsam. daha da kötüsü, belirttiğim soruna hiç teşhis koyamayabilir. Hadi kabul ettiler ve gerekli onarımı yapacaklar diyelim, acaba onlar garanti belgesini fakslamamı kabul ederler mi yoksa bir şekilde göndermeli miyim? Gelin de delirmeyin... Ben hazır delirmişken sizin için de vekâleten deliririm.
Neyse ki bütün gün yanımda Nokia N91 vardı da biraz rahat yolculuk yaptım. Müzikçalar, fotoğraf makinesi ve Symbian S60 telefon özellikleri bir arada. 4 GB disk de cabası... Bu ürünü de detaylı şekilde Haziran BYTE'ta okuyabilirisiniz. zaten daha piyasaya sürülmedi. Buradan size dergiden önce birkaç detay daha sunacağım.
Görüşmek üzere, piksellerinize dikkat edin.