Psikopata Nasıl Bağlanır?

Türkçe'yi çok seviyorum! Böyle güzel diller arası deyim ve deyişleri başka nerede görebiliriz ki? Psikopata bağlamak!

BYTE dergisinde yeniden girdiğimden beri 11 ay tamamladım ve herşey güzel denilebilir. Yalnız bu ay test konusunda psikopata bağladım. Testlerin ne olduğu önemli değil ama tam iki hafta hayalet gibi yaşayıp uykumun bir kısmını ofisteki masamda yapmış olmam olayın önemli tarafı. Üzerine de şu sıralarda oynadığım tek oyun olan World of Warcraft'tan oyun zamanı olarak kopup, The Burning Crusade'in GamePro'da önincelemesini yazmak gibi konulara eğildiğim için de daha fazla işin içine girmiş oldum. İlginç bir takas oldu. Bu vesileyle GamePro yazarı Kılıçali Ersoy'dan da birinci ağızdan The Burning Crusade bilgileri almış oldum.

WoW konusunda ise ilginç bir gelişme oldu: İlk defa bir loncaya (guild) girdim. Avrupa Emerald Dream sunucusunda sudan sebeplerle büyük ölçüde dağılan Madhouse loncasından ortaya çıkan Reunited loncasına kabul edildim. Ya çok çaresizlikten benim gibi bir akın (raid) cahili birisini aldılar ya da bir şekilde gelecek gördüler. Belki de "loncasız bir başıma açık artırmayla topladım bu ekipmanları, lonca olsa kralını tanımam!" yaklaşımımdan da etkilenmiş olabilirler. Loncanın ismi, oluşumu da özetler nitelikte. Bakalım, bu akşam bir ZG yaparak akın olayına bir adım atacağız.

Bu aralar en çok özlediğim şey herhalde fotoğraf çekmek. Yapmak istediğim fotoğrafı yazılı albümsel çalışmaların hayalleri veya planları kfamda gezinip duruyor.

Fısıldamak İstediklerim


Geceleri kulağına fısıldamak istediğim sözler var dilimde, henüz dökülmemiş sözcükler ağzımdan.

Söz açmak istiyorum, gökten yağan yıldızlar gibi devre kartı üzerinde akan elektronlardan.
Sonunda ulaştıkları denetçiden, bit'ler ve byte'lardan konuşmak istiyorum; onlar henüz veri olmadan;
Onları kaçıracak saat sinyali gelmeden, ışıkla olan yarışlarına tekrar başlamadan.

Anılar, Şimdi Gözümde Canlandılar


Within Temptation'dan Memories... Eserin kendisi gibi klibini de geç fark ettim. Klibin sonuna doğru artık ağladım, dayanamadım... Bu kadarı da yapılmaz bir insana. Dayanamıyorum.

"Tanımlanamayan Yürüyen Nesne"ye

Ulan yaratık!

Ulan tanımlanamayan yürüyen nesne!.. İdamla demokrasi mi gelir? Seni oraya getiren demokrasi mi? Sen demokrasinin ne olduğunu biliyor musun? Hadi burayı senin için daha anlaşılır yazayım: Can you spell democracy or humanity? Senin gibiler yüzünden demokrasi kavramından nefret ettik.

Başkanlık ettiğin ülkenin ektiği nifak tohumlarından çıkan ağaçların dallarında asılman dileğiyle.

-

Ama ziyâ paşa ne güzel demiş; kapak olsun:

Eşek âlim olmaz taş taşımakla tekkeye,
İnsan adam olmaz gitmek ile Mekke'ye.


Bir de idam kararının 5 Kasım'da çıkmasından mütevellit V for Vendetta diyorum, başka bişey demiyorum:

Bıldırki hurmalar, gelir g*tünü tırmalar.

Zuhu'nun Son Hali


Görünen o ki bu talent build işinin bir sonu yok. Ben de önerilere ve kafama göre değişik şeyler deniyorum.


Bir de AV Exalted olduktan sonra yeni eşyalar aldım. Karakter profilinin tamamını buradan görebilirsiniz. Sadece talent ağacını geniş geniş görmek isterseniz de buraya tıklayın. Ayrıca orada görmediğiniz bir de Stormpike Battle Charger'ım var. Mekanik bineğimi bankaya attım. :))

Aslında en çok önerilen tamamen frost'a yönelmek ve artık crowd control'u mass destruction'a çevirmek. Velâkin artık AV defterini Exalted 999/1000 olarak kapadığımı ve "zerging control" kısmını geçtiğimi düşünerek Improved Blizzard fantezilerimi rafa kaldırmayı tercih ettim. Zaten elimde yine bir sürü korunma ve kalabalık denetim özellikleri olacak. O sebeple PvP'de bence hayat kurtaran ve karşı yönden gelen yaman şamanın bolt crit ile 2v2 - 3v3 ortamda anında birisine çakmasını yer yer engelleyebilecek destekli Counterspell'i almadan geçmek istemedim. Bir de Presence of Mind hayat kurtarmıyor ama Ice Block 30 s CD ve 1 dakikalık etki süresiyle beni benden alıyor. Ayrıca Frost Nova ardından gelen bir Cone of Cold'un PvE ortamında 5-6 kişiye, PvP ortamında 1-2 kişiye 1000+ vurma ihtimali de şahane... Ben senin ortama 1k vurabilme ihtimalini sevdim! Şimdiye kadar amele amele Arcane destekli Fire oynadığıma yanıyorum. DPS düşüyor ama crit ihtimali de critli şekilde yükseliyor. İyi bir takas.

Sözün özü, genel geçer doğrular burada mevcut değil ve önemli olan talent seçmek değil onu kullanmak. Neyse ki klavye kısayollarına son iki haftada oldukça aıştım ve bu Çanakkale-İstanbul sistemi (17/0/34) fazla birşey değiştirmedi. AB haftasonu gelse de ben de HK'dan HK'lara koşsam!

Muhteşem günler ve inanılmaz yarınlar dilerim. HK'nız bol, pwnage'ınız pek olsun!

Kuzey İrlanda'dan Selamlar!

Kuzey İrlanda'da küçük bir şehir (kasaba?) olan Londonderry, ya da Derry, çevresinden selamlar. Mısır'daki deneyimin aksine burada Türkçe bir klavye var. Diğer taraftan yanımda getirdiğim dizüstü bilgisayarın pili bitiyor ve ben bu konuda prizlerin garip şeklinden mütevellit birşey yapamıyorum. Velâkin çarpılmak isterseniz voltaj tanıdık.

Seagate'in iki üretim fabrikasını gezdik, dolaştık, eğlendik. Bu kadar çok teknik insan bir ayara gelince espri kalitesi yer yer sıfırın altında seyrediyormuş; bir yandan da bunu gordük.

Neyse, fazla kapılmamak lazım zira bizim gibi olümlüler kendilerini Ajan Smith'İn dediği gibi acı ve sefaletle tanımlıyorlar. Cuma günü iş başı!

City Hotel'de çalışan Ali'ye ve performansını izleyemediğimiz ama duvarlarda üzerinde adının geçtiği afişler olan ve bizim müzisyen olduğunu tahmin ettiğimiz Erol Alkan'a Selamlar!




Tünel İnşaatı


Tünel inşaatında uzman mühendisler konuşuyor. Amerikalı övünmüş;

- Biz tünelin iki ucundan kazmayı vururuz. en fazla 1 metre farkla tüneller kavuşur.

Japon altta kalmamış;
- Biz de tünelin iki yanından kazmayı vururuz, en fazla 5 santimle kavuşurlar.

Sıra Türk'e gelmiş;
- Biz de tünelin iki ucundan kazmayı vururuz, ortada birbirine kavuştu kavuştu, kavuşamadılar iki tünel olur...


- - -


Kıssadan hissemizi aldık mı? Çok güzel.


WoW Talent Build #3

İkinci yeniden tanımlama sonucunda 57. seviye büyücümün hünerleri şu şekilde oldu.

Tıklayın!

60. seviye yolunda sonraki 3 adım olarak görünene göre 3xImproved Fire Blast alacağım. 8 saniye içinde 1,5 saniye çok önemli. 6,5 saniyeye düşen Fire Blast ortamı şenlendirebiliyor. Diğer taraftan 2x Incinerate + 1x Improved Fire Blast önerisi de geldi. Zira crit de gerekli bir olay.

Neden 5x Arcane Focus peki? Çünkü karşınızdaki zatı muhterem o Polymorph'a resist ettiğinde şemsiye açılıyor. Yoksa meraklısı değiliz biz de... Efendim? Clearcasting mi? Aman çaktırmayın.


Şarkıların İzinde: Yeşil Ördek

Başlıkta şarkı dedik ama bu bir türkü. Bu türküyü İlk defa Arif Sağ ve Belkıs Akkale'nin, kıt türkü bilgimle ve üstüme vazife olmayarak, muhteşem şeklinde değerlendirebileceğim Seher Yıldızı albümünde dinlemiştim. Albüm baştan aşağı güzel türküler ve halk müziği çalgılarının şahane karşımını içeriyordu. Yorumların farklarını bilmiyorum; ama ilk gördüğüm yerde satın alınacaklar listesinde olan bir albümdür. Siz bir de o albümdeki Sarı Gelin yorumunu dinleyin, aah ah! Kaybettik gitti kasedini. Neyse, sağlık olsun.

Bir sevgiden çekilen tatlı derdi anlattığını düşündüğüm bu türkü, içinde düşünceli bir neşe havası barındırıyor. Sözleri ise melodisi kadar insanı kendisine çekiyor. Gülümser misiniz hüzünlenir misiniz, orasına dinlerken siz karar verirsiniz. Yavaş okunursa tahminen hüzünlenirseniz de ben bu yorumunu dinlerken gülümsüyorum.


Sözleri:

Yeşil ördek gibi daldım göllere
Sen düşürdün beni dilden dillere
Başım alıp gidem gurbet ellere
Ne sen beni unut ne de ben seni

Sevdiğim cemalim güneşim mahım
Seni seven aşık çeker ezvahın
Getir el basayım kelamullahın
Ne sen beni unut ne de ben beni

Skor Basını Sağolsun!

Aslında sağolmasını değil, bütün üyeleriyle arzın ortasına yakın bir yerine gömülmesini istiyorum da siz anladınız kinayeyi. Skor basını üyelerine insan muamelesi yapılmasına da karşıyım. Bana kalsa bir kolu bir bacağı çapraz kesilip çölün ortasına bırakılması gerekiyor bunların, ya neyse şimdi daha kanlı tablolar çizmeyeyim. KOnuya geleyim.

Hah, tabii bir de spor basını var; ama onlar nerededir, ne yapıyorlar, güncel kaynaklardan takip etmek güç oluyor. Gazete ve mecmualardaki yazılarını mikroskoplarla arıyoruz. Bundan dolayı da saf mı salak mı yoksa gerizekâlı mı olduğunu anlamadığım bir kitle tarafından körü körüne takip edilen, dedikleri aksiyom kabul edilen insancıklar türüyor.

Galatasaray ve Fenerbahçe futbol takımlarının Avrupa sahnesindeki karşılaşmaları dün oynandı. Yüksek egoya sahip Fenerbahçe taraftarının hazımsızlığı karşılaşmayla ilgili mesnedi belirsiz yorumlara da sebep oldu. Maksat gönülleri hoş tutmak. Nasıl olur da Fenerbahçe futbol takımı yenilebilir? Halbuki daha geçen hafta sonu bilmemkaç gol atmışlardı bir takıma. Arkadaşlar kendinize gelin, oynadığınız takım en az sizin kadar köklü bir klüp, öyle havaya girerseniz, affedersiniz ama, böyle çakarlar. Nitekim, çaktılar da. Hakeme bahane bulmamak lazım. Tepkinizi de sizlere yaptığınız işlerin ötesinde gaz veren skor basınına bildirin.

Galatasaray futbol takımı da ismini hiç bilmediğim bir ekipten iki gol yemesine rağmen üç-beş tane atabildi. Geri eleme şampiyonlar ligi elemesi; fakat Çekler'in eski formlarında olmadığı da kesin. Imba'sınız, gosu'sunuz övgüleri havalarda uçuşmaya başladı. Umarım dostlar, size de çakmazlar.

İşin gerçeği, herkes yener, yenilir. Herkes zaman zaman çakar, gün gelir ona da çakarlar. Kendinizi hayallare kaptırmayın, tek sosyal tatmininizi bütün işleri sizden bağımısz yapıp sadece sizden bilet parası, ürün parası alan, ego yuvası olarak gördüğünüz futbol takımınıza bağlamayın. Üzülürsünüz. Bu bir gösteri, b*kunu çıkarmayın, olayları kişiselleştirmeyin.

Muhteşem günler ve inanılmaz yarınlar.

Doğru Bilinen Yanlışlar - 1

Buradaki günlüğe pek bir şeyler yazamadığımın farkındayım, zaten birilerinin de takip ettiğinden şüpheliyim. Olsun ama hani birileri falan bakıyordur, eğlenceli şeyler yazayım ben yine.

"Doğru Bilinen Yanlışlar" başlığında umarım devam eden günlerde yeni konular ele alabilirim. İlk konumuz en delikanlıyı Yumoş'la yıkanmış gibi yumuşatan, insanların Kosla gibi kirecini çözen ve onları OMO matik gibi yıpratmadan tertemiz birer Carebear? eden aşk meşk konusu. Arada doğam gereği bazı teknik ve taktik terimler kullanabilirim, anlamadığınız yerleri sorun. Anlıyorsanız zaten gülmekten konuşamayacağınız için bir şey soramayacaksınız.

- - -

Aşkın Gözü Kördür:
Yemezler! Aşık kişi kendi gözüne uçaklarda dağıtılan şu garip şeylerden takar. Ecnebiler "blindfold" diyor da şimdi kasıp bakamadım sözlükten. Bu olay bile bile ladestir. Binaenaleyh, "gönül sevdiğini güzel görür" deyişi de tamamen gece uçuş sistemi ile hasarlı olduğundan dolayı olması gereken yaklaşma hızına düşemeyen bir 747'yi 3 km uzunluğundaki piste sıfır görüşte indirmeye çalışan bir pilotun kamikazesine eşdeğer bir yanılgıdır! Hani yani pisti kirletme git bi dağa falan çakıl, temiz olsun. Uğraştırma yer ekibini falan.

Önemli Olan İç Güzelliğidir:
Tabi tabi, zaten herkes sevgilisini 1,5 Tesla MR makinesiyle tarayıp seçiyor. "Böbrekte minik taşlar var ama sorun olmaz, Pyongyang belediye başkanının bana verdiği yetkiye dayanarak..." Üzerine de bazı detaylar için ultrasona başvuruyoruz. Ultrason yerine sesüstü desek ölür müyüz? O ayrı konu.

Bayanlar Kendilerini Güldüren Erkeklere Bayılır:
Külliyen yalan! Bu doğru olsa evimin girişine bilet gişesi yanında OGS ve KGS sistemleri kurdurup üzerine akbil turnikeleri yerleştirmem gerekir.

Yemeğin Salçalısı Kadının Kalçalısı
: Pardon, Tinto Brass'la karıştırdınız siz.

Göbeksiz Erkek Balkonsuz Eve Benzer
:Valla artık balkonu geçip kaçak kat çıkan bir kişi olarak bu konuda yorum yapamayacağım.

Anasına Bak Kızını Al
: Genetik bilimi ve yetişme tarzını ele aldığımızda sosyolojik olarak doğru olabilecek bir önermeyken insanın aklına xxx sektöründeki iş geliştirme uzmanları tarafından ortaya atılmış bir kalıp olabileceği de gelmiyor değil. Şimdi isim vermeyeyim de sektöründe öncü bazı kuruluşlar bu işten iyi ekmek yiyor. Allah cezamı verecek diyecektim bir an; yahu zaten vermiş.

Gönüller Bir Olunca Samanlık Seyran Olurmuş:
Hedonistim ben kardeşim, zevkimden feragat edemem diyen yeni nesil için işe yaramaz bir düstur bu. Günümüzde gençler ne yardan ne serden durumunda; en azından büyük şehirlerde yetişenler... "Ne yardan ne serden", "ne şiş yansın ne kebap" sözüne denk durumdayken tersini aldığımızda kalıbımız "ne emmeye geliyor ne gömmeye" biçimine dönüşüyor. Dilin matematiği mi? Yok canım, daha neler.

- - -

Neyse, şimdilik bu kadar. arada kabalaştık, insanlıktan çıktık; ama gülündüyse değer. Ne de olsa ince espriler yerine belden aşağı çalışınca gülen milletiz.

Muhteşem günler ve inanılmaz yarınlar dilerim. Şen ve esen kalın.


Şarkıların İzinde: Scatman

Bundan yıllar önce, garip sesler çıkartarak elektronik müzik yapan bir adam vardı. Takma adıyla Scatman John, gerçek adıyla John Larkin.

John "Scatman" Larkin'i özel yapan şey, takma adından da anlaşılacağı üzere kekeme olması. Kendisi, aslen (hafızam beni yanıltmıyorsa) bir caz piyanistiydi. Scatman albümünü çıkarttığında albümle ve kendisiyle aynı ismi taşıyan şarkısı Scatman her yerde çalınır ve bilinir olmuştu. Ne yazık ki tahminen birçok kişinin bilmediği bir nokta var ki kendisi 57 yıllık hayat yolculuğunu 1999'da akciğer kanserinden dolayı zamansızca noktaladı. Kekeme John, ardında birkaç milyon albüm satışı ve sözlerine dikkat edildiğinde bizlere söylemek isteyip de kekelememek için şarkıların içine yerleştirdiği güzel sözleri miras bıraktı. Kendisini burada saygı ve sevgiyle anıyorum.

Scatman şarkısı hem John Larkin'in bolca kullandığı kendine has kekeme usûlü sesler hem de hızlı temposu ile dikkat çekici ve kendisini dinleten bir parça. Bunun yanında, şarkının sözlerinde verilen mesajlara da burada değinmek gerekiyor. Özetle bir kekeme bunları yapıyorsa, sen de yaparsın diyen John Larkin, denemekten kaçınmamayı öğütlüyor.


Sözleri:


Everybody stutters one way or the other
So check out my message to you.
As a matter of fact don't let nothin' hold you back.
If the scatman can do it brother so can you.(1)

Everybody's sayin' that the scatman stutters
But doesn't ever stutter when he sings.
But what you don't know i'm gonna tell you right now
That the stutter and the scat is the same thing.
Yo I'm the scatman.

Where's the scatman? I'm the scatman.

Why should we be pleasin' all the politician heathens
Who would try to change the seasons if the could?
The state of the condition insults my intuitions
And it only makes me crazy and my heart like wood.(2)

Everybody stutters one way or the other
So check out my message to you.
As a matter of fact don't let nothin' hold you back.
If the scatman can do it brother so can you.
I'm the scatman.

Everybody stutters one way or the other
So check out my message to you.
As a matter of fact don't let nothin' hold you back.
If the scatman can do it brother so can you.

I'm the scatman.

I hear you all ask 'bout the meaning of scat.
Well i'm the professor and all i can tell you is
While you're still sleepin' the saints are still weepin' cause
Things you call dead haven't yet had the chance to be born.(3)
I'm the scatman.

I'm the scatman....repeat after me
It's a scoobie oobie doobie scoobie doobie melody
I'm the scatman....sing along with me
It's a scoobie oobie doobie scoobie doobie melody

- - - -


1- Herkes bir şekilde kekeler, o sebeple beni dinleyin. Asla hiçbir şeyin sizi alıkoymasına izin vermeyin. Eğer bir kekeme yapabiliyorsa, siz de yapabilirsiniz. 2- Fırsatını bulsa mevsimleri bile değiştirecek güce tapan politikacıları neden memnun edelim ki? Bu durum hakaretten başka nedir ki? Sadece beni çileden çıkartıp, kafayı yedirtir. 3- Kekeleme nedir diye soracak olursanız, bu işin profesörü benim ve size söyleyebileceğim tek şey var: Siz mışıl mışıl uyurken bütün azizlerin gözü yaşlı; çünkü ölü dedikleriniz henüz doğmaya fırsat bulamadı.

Sapanca'dan Atraksiyon Manzaraları

Haziran başında, basındaki arkadaşlarla HP'nin düzenlediği ve yeni fotoğraf makinesi R927'yi tanıttığı iki günlük bir bir Sapanca gezisine katıldık. Yahu Sapanca'nın öğrencilik zamanından hatırladığım kadarıyla şahane bir yer olduğunu biliyordum da, bu kadarını tahmin etmiyordum. İstanbul'dan 800-900 KM yol gitmeden Doğu Karadeniz'i görmek istiyorsanız, buyrun Sapanca'ya diyorum, o kadar.

Şimdi dakika bir gol bir, neden atraksiyon diyorsun? Gitmisşiniz gezmişsiniz ne güzel diyeceğiniz gelebilir. Bizler masa başında hayatta kalan kişileriz, normal insanlarböyle işlere kalkıştığında onun adı etkinlik olur. Biz yaparsak anca adı atraksiyon olur.

Neyse, lafı fazla uzatmayayım de atraksiyon görüntüleriyle sizi başbaşa bırakayım.

Aklıma gelmişken, arada göreceğiniz panaromik fotoğraflar HP 927 ile çekilip makinede birleştirilen görüntülerdir. Makine bu konuda gayet iyi; fakat göreceğiniz üzere 5 tane 8 MP fotoğraftan tek bir fotoğraf oluştururken resimleri en yüksek çözünürlükte kullanmıyor.

Test Merkezi: E Nomine


Test merkezimizin bu geceki konuğu Alman E Nomine grubu ve/veya projesi. Tripsinojen salgısı artıran, insanı "bu ne yahu?" düşüncelerine sürükleyen grup, ilginç çalışmalara sahip. Şimdi efendim endüstriyel desek değil, trance desek değil, arada giren korolar da Händel falan değil... Ben çözemedim.


Bu grubu, berkin.youaremighty.com adresinde bulunan müzik aracılığıyla keşfettim. Tabii anlayacğaınız üzere bu adresi kendinize göre şekillendirebiliyorsunuz. Ben esas bu adresi Mount&Blade'in yapımcılarından Armağan Yavuz için verilmiş şekilde buldum. Ne alaka, değil mi?

Bu arkadaşlar özgünlük konusunda size inginç tatlar verebilecek durumda. Tabii her şarkıları güzel diye bir kaide yok; ama ilginç ve sert şeyler dinlemek isterseniz, bence buyrun bir şekilde edinin. Benim şimdiye kadar dinleyebildiklerimden önereceğim şarkılar "Schwarze Sonne" ve "Vater Unser". Özellikle Vater Unser şarkısında şarkı boyunca dua okuyan amcanın sesi etkileyici bir tona sahip ve triplerden triplere sürüklenmeniz işten değil. Nedendir bilinmez kaba diye itham edilen Almanca aynı zamanda sert tonlamaları sebebiyle gayet de etkileyici olabiliyor demek ki.

Neyse, bence benim dememi bırakın ve bir şekilde dinleyin. Memnun kalmazsanız para iade.

Selâm Olsun!

Benden selâm olsun Mehmet'e. Biz Mısır'da Arapça şarkı nakaratlarına "yalelelli" yaparken adam Yale yollarını açmış, yollara düşme hazırlıklarındaymış. Yale dediğim şey kapı kilidi olan değil tabii, üniversite olan...

Beşi altı kuruştan yedi yumurta diyorum, başka birşey demiyorum. Yürü aslan, kim tutar!

Mısır Fotoğrafları

Üzerinden çok geçemeden Mısır'da çektiğim ve çoğu bişeye benzemeyen fotoğrafları yayınlayayım. Buraya tıklayın ve indirin.

Hard Rock, Elhamdülillah!

Hayır, uygitsinci paradigmanın sonuna gelmedik. Rahatınızı bozmayın. Paradigma sıçraması da yaşamıyoruz. Huzurunuzu kaçırmayın. Diğer taraftan, etyemez lokantasında şiş kebap siparişi veren Fin gençlerini de burada anmadan geçmeyeceğim.

Daha önce de bir ünlem biçimli başlıkla kendilerinden bahsettiğim fahri ork Lordi grubu aslında orklardan kurulu değil. Lordi, bir iblis, bir mumya, bir yaratık, bir vampir ve bir boğavari canavardan (orka benzeyen bu) oluşuyorlar.

Neyse mesele bu değil. Mesele, pek saygın, cicili bicili kıyafetlerle sahne alıp vasat ve yavan şeyler mırıldananlara basılan tekme... Belki bu bir değişimin başlangıcı olmayacak, bir sonraki sene yine salak salak şarkılar arasında oylama yapacağız belki... Belki bilmemkim katılacak... Ama biliyorum ki, bu gösteri şöyle bir salladı ve insanları kendine getirdi. Önemli olan da bu.

Bu arada, girişte kullandığım etyemez lokantası örneği, Lordi'nin vokalisti Bay Lordi tarafından Yunan basınına verilmiş bir demeçte benzer şekilde geçiyordu. Orada geçen örnek, "sizi siz yapan nedir?" gibi bir soruya verilen cevaptı. Kabaca cevap "Biz buraya ait veya uygun değiliz. Farkımız bu. Bizler etyemez lokantasındaki et yiyenleriz." şeklindeydi. Ayrıca bu laf pek sevdiğim Ördek Karakanat'ın giriş laflarına benzediği için daha bi hoşuma gitti.

Velhâsılıkelâm, hard rock'ın hastasıyız. Hatta biraz daha yerelleştirelim durumu: Baydık artık poptan, fesüphanallah. Hard rock, Elhamdülillah!

Kahire'den Manzaralar

Geçen Salı ve Çarşamba günümü IDF EMEA toplantısı vesilesiyle geçirdiğim Kahire'den ve IDF EMEA'dan biraz bahsetmek isterim.

Trafiğin çarpışan otolar gibi gittiği, yollarında şerit olmayan bir şehir düşünün. Bu şehrin üzerine bir de 20 milyon nüfus yerleştirin. Bir de yollar genellikle tepeden gitsin; köprüler üzerinden... Yanına üç piramit, bir sfenks, bir nehir ekledikten sonra üzerine kum serpiştirin. Kahire böyle bir yer.

Trafik çok eğlenceli: Çiziksizi geçtim, vuruksuz araba görmedim. Arabalar hafiften çarpınca kimse inip dur kardeşim ne yaptın demiyor. Fazla hasar yoksa, yallah! Şerit kavramı hiç yok. Hatta seyahat ettiğimiz minibüste bunu doğrulayan bir olay yaşadık: Bir araç, takriben ikinci ve üçüncü şeridin ortasında giderken bize hafifçe çarptı, ardından en sağ şeritle güvenlik şeridinin oralarda bir yerde giden diğer arabaya çarptı. Sonra da iki aracın ortasını bulup yola devam etti. Memlekette benzin ucuz valla. Öğrendiğim kadarıyla litresi 40-50 kuruş falan. O sebeple olsa gerek kimse araba gittiği sürece nasıl gittiğine bakmıyor. Öyle araçlar var ki trafikte, bir an bunların yol kenarlarını süslemek için dikilmiş çağdaş sanat yapıtları olduğunu düşünüyorsunuz. İnanmıyorsanız gidin görün. Daha ne diyeyim.

Apartmanlarda, ya da daha anladığım şekilde ifade edeyim, betonarme yapılarda pek sıva yok. Beton+tuğla yapısı ve birbirine benzeyen yapı tarlaları şehirde çok var. Bunlara bizim ülkemizde olsa gecekondu derdiniz gibi düşünebilirsiniz; aman yanılmayın: 5-10 katlı binalardan hatta sitelerden bahsediyorum.

Yollar kötü, insan fazla, hava bunaltıcı (gölgede 40 falandı sanırım gittiğimizde; ama nemsiz)... İnsan kızmadan edemiyor buraya kuracağınız medeniyeti Kızılırmak kenarına falan kursaydınız ya! Şaka yapıyorum tabii ki, bizim memlekette o piramitleri dikecek arsa bulmak zor. Ama unutmayın, taşın hası üç bin yıldır bu topraklarda çıkıyor.

- - -

IDF EMEA, bu türde büyük firmaların diğer bilişim karnavallarıyla karşılaştırıldığında, küçük bir etkinlik sayılır. Birkaç yüz kişilik katılım oldu. Kesin bir sayı almadım, fakat kayıt yaptıranların önemli bir kısmının katılım göstermediğini öğrendim. Fırsattan istifade Intel?in birkaç üst düzey yöneticisi ve yönlendiricisiyle görüşme fırsatım da oldu. Bu arada bir hatırlatma: Intel'in EMEA'daki bir numaralı ismi Ayşegül İldeniz. Çağdaş Türk kadınını temsil ediyor ve koca bir bölgeden sorumlu kişi. Orta Doğu ve Afrika gibi kelle koltukta yaşanılan bir ortamda nasıl bir bayan yönetici olur demeyin; oluyor işte. Gayet de başarılı laf aramızda. Bu başarılı sıfatını kendimce öznel olarak vermiyorum, sayısal değerler nesnel şekilde veriyor.

- - -

Bu aralar sürekli aklımda: Hannover CeBIT'te amiyane tabirle babayı alıp bütün Uzak Doğu?lu abilerin randevuları Taipei Computex'e vermelerini düşündükçe "Ah ulan ah gidemedik Tayvan'a!" nidalarım da eksik olmuyor hani. Neyse artık, başka baharlara!

Kahire'den Bildiriyorum!

Kahire'den Selamlar!

Tum hiziyla suren IDF EMEA toplantisi bu aksam bitecek ve yarin sabahin korunde Istanbul'da olma ihtimalim var. Gunlerdir suren uykusuzluk sebebiyle sanirim geldigim gibi iklim degisikligi sebebiyle hasta olup zibarip yatacagim. Disarida sicaklik 35 derecenin ustunde ve geceleri de en az 20 falan oluyor. Yaniyoruz ya seydi!

Turkce harfleri katletmek istemezdim ama kullandigim alette sadece Arapca ve Ingilizce karakterler var. Kasip Turkce yapmadim.

Neyse; gorusunceye kadar, yallah tazyik!..

Örovizyonu Orklar Kazandı

Daha ne diyeyim; ayan beyan ork işte adamlar... Zaten metal müziğin merkezi olan Finlandiya'nın bugüne kadar yok popmuş yok folkmuş uğraşması hataydı. Hah işte, geldiler kendilerine ne güzel. Tıklayın, Lordi'nin sitesi açılırsa bi göz gezdirin. Açılmazsa örovizyon sitesine bakın.


Cacık Üretimiyle Hıyar Nüfusu Arasındaki Bağıntı


Aklıma uykunun ve karamsarlığın etkisiyle bundan bir sene önceki halim geliyor da... Çok kötü zamanlardı. Asla üretemeyeceğim şeyleri tasarlıyordum. Gerçi ne iyileşti, şimdi üretiyor musun? diyebilirsin. Hayır, hâlâ yapamıyorum. Hayat zor. Kasamsar değilim. iyimserlik veya kötümserlik bana göre değil: Ben sadece gerçekçi veya hayalperest olurum. Neyse, kendim hakkında sonu olmayan bir münazaraya girmek istemem tabii; ama birden beni kötü yapan şeylerin kimse tarafından bilinmediğini fark ettim. İnsanlar bana o kadar güveniyor ki, kötü olduğumu iddia ettiğimde kimse itiraz etmiyor bunu sorgulamıyor. Zaten kimsenin sormasını da istemezdim ya; demek herşey gönlüme göre oluyor. Gece gece holistik düşünce zirveye çıktı. Kahrolsun determinizm! Yaşasın holizm! Ben de kendimi içten içe böyle eğlendiriyorum. Kelimelerin sçamalıkları o kadar acınacak boyuta ulaşıyor ki, acıdan gülümsemek kaçınılmaz oluyor. Ah dünya! Gencecik insanların kariyerlerini psikopat seri katiller olarak çizmelerindeki sırrı bana da keşfettiriyorsun zorla. Her kim olursa bu sırra mazhar, aklını alır bu yolda bir yer, gün gelir Berkin'i afakanlar basar, benim sadık yarim piskopat dünyadır.

İyi geceler,


Şarkıların İzinde: Dinle

Kimimizin çok ciddiye alıp ulusal dava olarak gördüğü, kimimizin ise gerçek kimliğini anlayıp eğlenceli bir etkinlik olarak düşündüğü Eurovision şarkı yarışmasında, Seninle Bir Dakika gibi bugünlerde bile dinlerken sarsıcı etkiler bırakan bir şaheserle katılıp biletimiz kesildikten sonra makus kaderimizi değiştiren bir şarkı var: Dinle

1997 yılında Dublin'de yapılan yarışmada, Şebnem Paker tarafından seslendirilen eser, gerek icrasındaki çalgı altyapısı olsun gerekse de melodi ve sözlerindeki ahenk olsun, oldukça beğeni topladı ve Türkiye'ye bir üçüncülük getirdi. Şarkının arkasında önemli bir bağlama üstadı ve yapımcı olan Ahmet Koç olduğunu da hatırlatalım. Ahmet Koç aynı zamanda bu etkinlikte, sahnede bağlamayı bilfiil icra eden kişiydi.

Dinle, daha sonra sözleri tahminimce telif kısıtlamaları sebebiyle değiştirilerek okunduysa da özgün hâli kadar çekici olamadı. Şarkı her nedense Türk pop tarihine altın harflerle kazınmayı hak ederken, ne oluysa adı sanı duyulmaz oldu. Yalnızca Eurovision finalindeki performansı arada bir TRT'nin bazı kanallarında görülebilir.

Ekşi Sözlük'ten verdiğimiz bağlantılar varken hazır sözlük konseptine de uyalım ve sözlerini de yazalım tam olsun:



Hiç...
Geçmiyor günler sensiz.
Geceler yine kimsesiz.
Aah!..
Sevdiğim, nerdesin, kimdesin?
Sana sormaya varmıyor dilim,
Dinle!..

"Deli aşkının sonu var mıdır?" diye sormadan severim seni.
Acı dinmeden, gece bitmeden, yola düşmeden, bulurum seni.
"Bana yar mıdır?", "Adı var mıdır?" diye sormadan bilirim seni.
Göze girmeden, dile gelmeden, yüze gülmeden, severim seni.

Aah!..
Sevdiğim, nerdesin, kimdesin?
Sana sormaya varmıyor dilim,
Dinle!..



Bu güzel sözleri yazıp da böylesine güzel bir müzikle dünyaya sundukları için emeği geçenlere teşekkür ederim.

Şarkıların İzinde, devam edecek.

Nokia N91: Ağırlık Merkeziniz Değişecek

Nokia N91, Nokia'nın henüz satışa sunulmamış 4 GB disk barındıran yeni müzikçalar telefonu. Ürünü gösterdiğim birçok kişi "Kafaya vurunca bayıtlmak için mi yapılmış, yoksa asıl amaç öldürmek miydi?" şeklinde sorular soruyor; ama bu soruların muhatabı ben değilim; Nokia'ya sorun.

N91, çokluortamın tüm nimetlerini, hadi tümü olmasın da önemli bir kısmını (MP3, WMA, Radyo. OGG Vorbis desteği yok!) size taşınabilir olarak sunabiliyor. Diğer taraftan 3-5 saat içine kaydettiğiniz şarkıları dinlerseniz "Güneş paneli nerede?", "Şarj aletimi ne yaptım yahu?" veya "Bilgisayardan şarj olmuyor muydu bu?" diye sormaya başlıyorsunuz. İçinde Nokia'nın klasik pili BL 5-C var. Symbian S60 serisi olan ürün, örneğin AgileMessenger'ın "for N-Series" olan modelini yüklemeyi ısrarla reddetti. Ayrıca N91 henüz ne işe yaradığını veya nasıl çalıştığını anlayamadığım bir kablosuz ağ bağlantısına da sahip.

Nokia yine yapmış ve bu sefer çok iddialı: Ağırlık merkeziniz değişecek! Gerçi bu sloganı kendi reklamlarında asla kullanmıyorlar; ama ürünü gördükten sonra bana düşündürdüğü durum bu. Hem de bütün o muazzam kütleme rağmen :)

Ölen Ölür, Kalan Pikseller Bizimdir


Benim az zamanda çok iş yapan fotoğraf makinem Dynax 5D birden bire baş gösteren ölü piksel salgınıyla bir kaç CCD noktasını kaybetti. Eh ne yapacağız; bir çözüm umup servisine gönderdim. Gelin görün ki, ürünle ilgili her türlü belge var; bir tek garanti belgesi yok. Servistekiler de (haklı olarak) faturayı kabul etmiyorlar; garanti belgesi istiyorlar. İşin daha da kötü olan yanı, makinemin üreticisi Konica Minolta'nın fotoğraf makinesi kısmı geçtiğimiz aylarda Sony tarafından devralındı. Dolayısıyla servisler el değiştirdi ve kendilerinin satıp satmadığı meçhul olan bir makineye hâliyle hizmet vermek istemezler. Ne yapmak lazım? Belge illa ki bulunacak!

Şimdi bütün bu eziyeti çekmemin sebebi, makineyi satın aldığımda kutusunu bir yerde içindekileri bir yerde bırakmış olmam. O sıralarda evde tadilat olduğu için ilk bulduğum yere (arkadaşım) emanet ettiğim kutu içeriğini toplamış olsam da garanti belgesi eksik. Önce o sıralarda kaldığım Bostancı'daki evi kardeşime didik didik ettirdim; petrol kuyusu bulmuşlar ama belge yok. Sonra kendi evimi aradım taradım; ı-ıh! Arkadaşıma kendi evini arattım, o da yok... Tam delirme noktasındaydım ki 3 Mayıs akşamı, BYTE Haziran 2006 sayısında okuyacağınız hoş bir yazıyla olan çalışmam akşam 8:30 gibi bitti de ofisi terk edip arkadaşımın evinde bizzat tetkik yapmaya gittim. Tabii bağcılar-Hisarüstü, eğer bir motorlu aracınız yoksa biraz uzun bir yol. 22:30 gibi, kupa maçı biterken, arkadaşımın evine ulaştım. Kapıdan girip belgeyi bulmam tam olarak 20 saniye sürdü. Meğer üzerinde hiç bir yerde kocaman Konica Minolta yazmadığı için arkadaşın dikkatini çekmemiş. Nasıl rahatladım anlatamam.

Gece 23:45, Hisarüstü'ndesiniz. Eviniz Bakırköy'de. Nasıl bir yol izlersiniz? Taksi mi? Aman kalsın, almayayım. Ben ne yaptım? Hisarüstü-Levent Çarşısı arasını yaklaşık yarım saatte yürüdüm. 00:10-00:15 gibi metronun girişine ulaşmıştım. Son metronun kaçta olduğuna dair bilgi almaya çalıştığım 6600'ım, AgileMessenger ile bağını ha kopardı ha koparacaktı. Pil de bitecek zamanı bulmuş hani. Neyse son metroyu kimse bana cevap yetiştiremeden yakalamanın verdiği huzurla telefonu çantama attım. Taksim'den sonrası ise nispeten kolay geçti. Dolmuşlar gece yarısında Taksim-Bakırköy arasında oldukça hızlı çalışıyorlar. Sonuç: 1:15; evdeyim.

Bu kadar aksiyon iyi geldi mi? Dahası da olacak; çünkü mesela teknik servis öncelikle makineyi ücretsiz onarmayı reddedebilir. LCD monitör muamelesi yapabilir. Gerçi 6 Mega piksel içinde 5-6 tane ölü noktam var yanılmıyorsam. daha da kötüsü, belirttiğim soruna hiç teşhis koyamayabilir. Hadi kabul ettiler ve gerekli onarımı yapacaklar diyelim, acaba onlar garanti belgesini fakslamamı kabul ederler mi yoksa bir şekilde göndermeli miyim? Gelin de delirmeyin... Ben hazır delirmişken sizin için de vekâleten deliririm.

Neyse ki bütün gün yanımda Nokia N91 vardı da biraz rahat yolculuk yaptım. Müzikçalar, fotoğraf makinesi ve Symbian S60 telefon özellikleri bir arada. 4 GB disk de cabası... Bu ürünü de detaylı şekilde Haziran BYTE'ta okuyabilirisiniz. zaten daha piyasaya sürülmedi. Buradan size dergiden önce birkaç detay daha sunacağım.

Görüşmek üzere, piksellerinize dikkat edin.


"Fayt Klab"

Fight Club şüphesiz kendi hayran kitlesine sahip bir film ve günümüzde bir çok gencin yapmak istediği şeyler barındırıyor. Aslında yapamadığı desek daha doğru olur; zira bir çoğumuz bizi biz yapan şeyleri satın alabildiğimiz ve yenileriyle değiştirdiğimizde kendimizi yenilediğimizi falan düşünüyoruz. Şimdi, bu önermeyi bundan bir kaç yuzyıl önce yapsam kabul edilme olasılığı daha yüksek olurdu. Lakin, yaşadığımız çağda geçer akçe bu. olduğumuz kişiyi üretmek yerine satın almaya iten bir çok sebep var ve açıkçası kendi yaptıklarımız yalnızca kendimize benzeyeceği için çok da kabul görmüyor. Burada iki tercih var: Ya kendi liginizde oynayacaksınız ya da kümede kalacaksınız.

İnsan olmak zor cidden. Az önce yukarıda yazdığım şeyleri etraflı şekilde anlatmaya çalışsam birkaç sayfa yazmak zorunda kalabilirim. Evet evet, görünene göre düşünceyi fazla yoğun şekilde sunmuşum. Neyse zaten, fayt klab'cı olacaksak biz yazdığımız yazı da değiliz. Biz, faili olduğumuz fiilleriz (fil değil, fiil. tabi aklınıza beni getirriseniz bir file daha yakın olduğum gerçeğini gözardı etmeniz güç şekilde bu sürçmeye kurban gidebilirsiniz, hehe).

Neyse, budur. Bu defalık bu kadar laf salatası yeter ve artar diye düşünüyorum.

30 Nisan'da Taksim Crystal Otel'de Dissension sürüm öncesi turnuvası var. Gelin görüşelim. Detaylı bilgi için buraya bakabilirsiniz.

Muhteşem günler ve inanılmaz yarınlar dilerim.

Uzun Gecikmeyle Almanya Fotoğrafları

Üzerinden bir ay geçti ama ben ancak fotoğrafları ayıklayıp bir yere sabitlemeyi başardım. Bunlar, Almanya'da Dresden-Leipzig-Hannover arasında geçen bir kaç günün fotoğrafları. Lütfen "bu ne?, "şu ne?", "o ne?" diye sormayın. Bildiklerimi üzerlerine yazdım. Buradan indirebilirsiniz. CeBIT fotoğraflarım nerde derseniz, onları dergimizin sitesinde, bu adresten görebilirsiniz.

Hayat, Hikmeti Kendinden Menkul Kıymetler Borsası

"Hayat, hikmeti kendinden menkul kıymetlerin dönüp durduğu bir borsadan başka birşey değil. Herşeyin değerini biz biçiyoruz, etiketleyip raflara yerleştiriyoruz... Sonra da raftakileri pahalı buluyor, elimizdekilerin ise kıymetini bilemiyoruz. Herşey böyleyken, başkasına kızmak neden?"

Yani diyor ki yazar; insanlar hıyarlık yaptığı sürece poşetleri kasada tartılmaya devam edecek.

Eh, bir ara verdikten sonra ilginç bir giriş olsun istedim. Görünene göre oldu da. Neyse, budur.

Güzel günler dilerim.